Türkiye şu anda çok şiddetli bir finansal saldırıyla karşı karşıya. Türkiye'nin makroekonomik görünümünün oldukça sağlıklı olduğu net bir şekilde ortada iken, dolar kurunun bu kadar hızlı ve bu kadar şiddetli bir şekilde yükselmesi artık sözün bittiği yerdir.
Mevcut durumun herhangi bir ekonomik açıklaması kesinlikle yok. Dolar kurunda yaşananların arkasında siyasi saiklerin bulunduğu ve finansın bu şekilde muazzam ölçüde "siyasileştirildiği" çok net bir şekilde ortada.
Bir ülkeye dönük yatırımcı ilgisinin ekonomik canlılık ve borç oranı olmak iki temel belirleyicisi vardır. Yatırımcılar doğal bir şekilde para kazanabilecekleri ve kar elde edebilecekleri ülkelerde yatırım yapmak isterler. Bu noktada ekonomik canlılık devreye girer: Ekonomik büyüme oranları yüksek olan bir ülke önemli kar fırsatları sunduğu için yatırımcılar açısından ciddi bir potansiyele sahiptir ve oldukça çekicidir. Diğer taraftan, yatırımcılar borç verdikleri ülkenin bu borcu geri ödeyebilecek kapasiteye sahip olmasını da beklerler.
Bu bağlamda, bir ülkenin borçluluk oranı yükseldikçe bu ülkenin borç ödeme kapasitesi de azalma eğiliminde olacaktır ve yatırımcılar bu ülkeden uzaklaşacaktır.
Şu halde Türkiye'nin her iki boyutta da oldukça parlak bir karneye sahip olduğunu görüyoruz. Türkiye'nin uzun vadeli ekonomik büyüme oranı yılda ortalama yüzde 4.8'dir.
Dahası, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Türkiye ekonomisi yüzde 7.4 büyüyerek oldukça etkileyici bir performansa imza atmış ve ne kadar dayanıklı olduğunu çok net bir şekilde göstermiştir.
Bu açıdan, Türkiye ekonomisi oldukça canlı bir ekonomidir ve böyle bir ülkeye yatırımcı ilgisinin yüksek olması doğaldır.
Türkiye'nin borçluluk oranlarına baktığımızda ise yine benzer düzeyde etkileyici bir "performans" ile karşılaşıyoruz. Türkiye'de kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 28.5 düzeyinde ve bu oran ile dünyadaki en az borçlu ülkeler arasında. Diğer birçok ülkede devletin Türkiye'dekinden kat kat daha çok borçlu olduğunu görüyoruz. Öyle ki bu oran Fransa'da yüzde 97, ABD'de yüzde 105 ve Japonya'da yüzde 253'tür. Bütçe açığının milli gelire oranı ise Türkiye'de şu anda yüzde 1.5 düzeyinde. Hem de seçim yılında.
Türkiye bu düzeydeki bütçe açığı ile Maastricht kriteri olan yüzde 3'ün ciddi biçimde altında.
Şu anda bu oran Fransa'da yüzde 2.8, İngiltere'de yüzde 2.9 düzeyinde. Son olarak, dış borcun milli gelire oranına bakalım: Bu oran şu anda Türkiye'de yüzde 53 düzeyinde.
Yine diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda burada da Türkiye'nin oldukça düşük bir dış borç düzeyine sahip olduğunu görüyoruz: Bu oran Almanya'da yüzde 141, İspanya'da yüzde 167, Fransa'da yüzde 213.
Görüldüğü üzere, hangi borçluluk kriterinden bakılırsa bakılsın Türkiye oldukça iyi durumda ve Türk devleti bütçe disiplinine dünyadaki diğer birçok devletten çok daha fazla sahip. Şu halde, böyle bir ülkeye yatırım yapmanın yatırımcılar için oldukça cazip olduğu ortadadır.
Bununla birlikte, belirtmek gerekir ki diğer ekonomiler gibi Türkiye ekonomisi de problemden azade değildir ve halihazırda cari açık Türkiye'nin uzun vadeli problemlerinden birisidir.
Fakat yine açık bir şekilde ortadadır ki Türkiye bir taraftan bu problem ile mücadele ederken diğer taraftan bu problem ile yaşamasını öğrenmiştir. Ayrıca şu anda Türkiye'nin verdiği cari açık önceki yıllardakinden önemli oranda daha azdır.
Şu halde, dolar kurunda yaşanan inanılmaz artışın arka planında ekonomik bir gerekçenin olamayacağı gün gibi ortadadır. Yine belirtmek gerekir ki kurda yaşanan bu "ani" artışın arka planında "eşit derecede ani" bir ekonomik gerekçenin olması beklenir. Böyle bir şeyin de kesinlikle olmadığını biliyoruz. Şu durumda geriye tek bir açıklama kalıyor: "Aniden" gündemimize giren 24 Haziran seçimleri. Oldukça açık bir şekilde ABD eksenli finansal odaklar Türkiye ekonomisine bir finansal saldırı düzenleyerek vatandaşların duruşunu etkileyemeye ve böylece 24 Haziran seçimlerinde dolaylı olarak "oy kullanmaya" çalışıyorlar.
Ne yapmalı?
Peki, bu finansal saldırı karşısında nasıl bir hamlede bulunulması gerekiyor?
Öncelikli olarak, para politikasını oldukça dar bir çerçevede değerlendirerek sadece faiz oranından ibaret görmek yanlış bir tutumdur.
Daha geçen ay yaşanan Arjantin örneği bu konuda oldukça aydınlatıcıdır. Enflasyon oranının yüzde 25 olduğu Arjantin'de para birimi peso geçen ay yüzde 15 düzeyinde değer yitirdikten sonra Arjantin merkez bankası bir hafta içinde politika faiz oranını üç kere artırarak yüzde 27.25'ten tam yüzde 40'a yükselti.
Böylece para politikasında inanılmaz derecede bir sıkılaştırmaya gitmiş oldu. Daha sonraki süreçte ne oldu dersiniz? Yerli para birimi peso yüzde 15 daha değer yitirdi.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) da bu hafta (Çarşamba günü) dolarda yaşanan yükseliş karşısında fiili politika faiz oranını (geç likidite penceresini) 300 baz puan artırarak yüzde 13.5'ten yüzde 16.5'e yükseltti. Böylece halihazırda sıkı olan para politikası epey daha sıkılaşmış oldu. Bu artış öncesinde 4,80'ler düzeyinde olan TL/Dolar kuru hızlı bir şekilde 4,50'ler düzeyine kadar düştü. Fakat hemen ertesi gün (Perşembe günü) kur tekrardan 4,70'ler düzeyine yükseldi. Yani faiz oranında yaşanan artışın etkisi oldukça kısıtlı oldu.
Yine -Türkiye örneğinde görüldüğü gibiarkasında "siyasi nedenler" olan bir faktörü genelgeçer finansal araçlarla çözme kapasitesinin de oldukça kısıtlı olduğunu söylemek gerekir.
Yapılması gereken şey ise öncelikli olarak hükümet kanadından ilgili bakanlıklar -Ekonomi Bakanlığı gibi- ile TCMB'nin vatandaşlarla oldukça güçlü bir iletişim kurması ve mevcut endişeyi ortadan kaldırmaya çalışmasıdır.
Öte yandan hem hükümet hem de TCMB, ABD eksenli finansal odakların kısmen veya önemli ölçüde dışında kalan finansal kesimler ile de aynı güçlü iletişimi kurmalıdır.
Türkiye bu şekilde içinde bulunduğu finansal saldırıyı önemli oranda geri püskürtebilecektir.
Türkiye'nin bu noktada şöyle de bir avantajı vardır: Kurun geldiği seviyeler dikkate alındığında Türkiye şu anda muazzam ölçüde cazip bir yatırım ülkesidir.
Son olarak, belirtmek gerekir ki finansın böylesine şiddetli bir şekilde siyasileştirilmesi neticesinde oldukça anlamsız noktalara savrulan dolar kurunun bundan sonraki süreçte ve özellikle seçimlerden sonra oldukça hızlı bir şekilde çok daha normal düzeylere dönmemesi için bir sebep yoktur. Hükümetin ve TCMB'nin hem vatandaşlarla hem de "ekonomik saiklerle hareket eden" finansal kesimlerle kuracağı güçlü iletişim bu noktada işimizi oldukça kolaylaştıracaktır.