Demokratik bir devlette tüm siyasi kararlar seçilmiş organ ve kişilerce alınır. Bu sayede temsili demokrasinin özüne uygun şekilde halkın (temsilcileri vasıtasıyla) kendi kendini yönetimi gerçekleşir. Aksi takdirde kaynağını toplum iradesinden almayan bir iktidar gücü kullanılmış olur ki bu durumda bir demokrasi açığından bahsederiz. Bunun Türkiye'nin yakın tarihinde pek çok örneği vardır. Halkın sandıkta vekalet vererek göreve getirdiği parlamentonun ve bakanlar kurulunun söz sahibi olmadığı, yargı ve askeri bürokrasinin kontrolündeki "yasak bölgeler" oluşturulmuştu. Terörle mücadeleden Kıbrıs sorununa başörtüsü meselesinden silahlı kuvvetlerin teşkilat yapısına kadar pek çok iç ve dış politika konusunda demokratik iktidarlara çeşitli hukuki veya fiili kısıtlamalar getirilmişti. İşte "vesayet" olgusu da tam olarak böyle bir sınırlandırmayı tarif eder.
1961 Anayasasından itibaren bu vesayetin kurumsallaşmaya başladığını ve Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) da bu perspektifle bir anayasal organ olarak düzenlendiğini görürüz. Kurulun öncülü diyebileceğimiz Milli Savunma Yüksek Kurulu 1949'da kanunla kurulmuştu ve tek asker üyesi Genelkurmay Başkanıydı. 1961 Anayasası kuvvet komutanlarını da Kurulun üyeleri arasına dâhil etmiştir. Bu düzenleme 1982 Anayasasıyla bir adım daha ileriye götürülmüş, hangi bakanların MGK üyesi olduğu sınırlı şekilde belirlenmiş ve asker üyeler arasına Jandarma Genel Komutanı da katılmıştır.
Diğer bir ifadeyle MGK'nın kompozisyonundaki askeri erkânın ağırlığı artırılmıştır. Öte yandan MGK kararlarının hükümete tavsiye niteliğinde olduğuna dönük 1961 Anayasasındaki ifade de değiştirilmiştir. 1982 Anayasası, Kurulun siyaset üzerinde daha baskın bir konuma yükselmesini sağlamak için "MGK'nın alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlarının hükümet tarafından öncelikle dikkate alınacağı" şeklinde emredici bir ifade kullanmıştı. Nitekim uygulamada da MGK, askeri seçkinlerin sivil siyaseti sigaya çektiği, hükümetlere "milli güvenlik siyaseti" bağlamında çeşitli direktifler verdiği bir askeri vesayet platformu olarak istismar edilmiştir.
Dünyadaki Uygulama
Oysa pek çok modern demokraside ulusal güvenliğe ilişkin konularda hükümete yardımcı olmak üzere kurulmuş organlar bulunur. Bu kurul ya da konseyler ülkenin makro güvenlik politikalarının belirlenmesinde rol alan danışma kuruluşlarıdır. Bu anlamda ekonomi politikalarına ilişkin bir yüksek kuruldan farkları yoktur. Liberal demokrasilerdeki güvenlik konseylerinin yapısı incelendiğinde İngiltere, Almanya, Avusturya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde bu kurulların yalnızca sivillerden oluştuğu görülürken ABD'de Genelkurmay Başkanı Kurul'un üyesi olmayıp askeri danışmanı olarak görev yapar.
İspanya ve İtalya'da Genelkurmay Başkanları kurulun üyeleri arasında yer alır. ABD örneğinde ulusal güvenlik konseyinin gündemini oluşturabilecek konular arasında iklim değişikliği, uluslararası ekonomik gelişmeler ve güncel bir tehdit olarak Covid-19 pandemisi de yer alıyor. Keza İngiltere'de de konseyin görev alanları arasında kalkınma ve enerji güvenliği gibi hususlar sayılıyor. Öte yandan ulusal güvenlik konseyinin genel sekreterlerinin ekseriyetle sivil bürokratlardan oluştuğu da göze çarpıyor. Çeşitli organizasyonel farklılıklara karşın demokratik rejimlerdeki ortak payda MGK benzeri kuruluşların yalnızca danışma organı niteliğinde olmalarıdır.
2000'li yıllar ve MGK'nın "Demokratikleşmesi"
1999 Helsinki Zirvesiyle Türkiye'nin resmen AB'ye aday ülke statüsünü kazanması demokratikleşme reformları için önemli bir motivasyon teşkil etmiştir. Bu bağlamda gerçekleştirilen 2001 Anayasa değişikliği 12 Eylül'ün tesis ettiği anayasal vesayet düzeninde ilk önemli kırılma anlamına geliyordu. Bu değişiklikle MGK'nın statüsünde de yeni bir düzenlemeye gidildi. Kurul'daki sivil ağırlığı güçlendirmek maksadıyla Başbakan yardımcıları ve Adalet Bakanı üyeler arasına dâhil edildi. Kurul'un kararlarının ancak hükümete "tavsiye" niteliğinde olduğu vurgulandı. Bu reform süreci AK Parti iktidarlarıyla da sürdürüldü. Yapılan yasal değişikliklerle Kurul'un ayda bir yerine iki ayda bir toplanması usulü kabul edildi. Ayrıca daha önce yalnızca generaller arasından ve genelkurmay başkanının önerisi üzerine atanabilen MGK genel sekreterinin atama usulü değiştirildi.
Genel sekreterin siviller arasından da başbakanın teklifi ve cumhurbaşkanının onayı ile atanabileceği; asker kişiler arasından gerçekleştirilecek atamalarda ise genelkurmay başkanının önerisinin değil olumlu görüşünün alınacağı belirtildi. Diğer taraftan okutulacak yabancı dillerin tespitinden kültür ve sanat eserlerinin denetimine uzanan ve böylece MGK Genel Sekreterliğini sivil siyaseti kontrol eden bir vesayet merkezi haline getiren yetkiler kaldırıldı. Yine bu düzenlemelerin simgesel bir karşılığı olarak tıpkı Yüksek Askeri Şura'da olduğu gibi MGK toplantılarındaki oturma düzeni de değiştirilerek sivil ve askeri üyelerin karşı karşıya değil karışık şekilde oturmaları uygulamasına geçildi. Nihayet 2017 Anayasa değişikliği ile Jandarma Genel Komutanı'nın Kurul üyeliği sona erdirildi. Atılan tüm bu adımlarla MGK toplantıları Türkiye'de asker ile siyasetin karşı karşıya geldiği, kriz üreten bir platform olmaktan çıkıp asli fonksiyonuna kavuşturuldu.
Gerçekten MGK'nın 2021 yılında yaptığı toplantılara baktığımızda askeri güvenlik meselelerinin dışında orman yangınları, doğal afetler, salgınla mücadele ve iklim değişikliği konularının ele alındığını basın açıklamalarından okumak mümkün. Bu bağlamda Kurul'un son toplantısında Türkiye'nin ulusal güvenliğini yakından ilgilendiren ekonomik gelişmeleri gündeme almasını normal karşılamak gerekir. Önemli olan bugün MGK'nın demokratik sivil iradeye tabi hale gelmiş olmasıdır.