Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Doğu Afrika ziyareti Afrika ilişkilerinde yeni bir döneme işaret eden sembollerle dolu bir seyahat oldu. 2005 yılı Mart ayında Erdoğan ilk Afrika ziyaretini Etiyopya'ya yapmış ve bu ziyaret Türkiye'den Başbakan düzeyinde Ekvator hattının altına yapılan ilk ziyaret olmuştu. Aynı zamanda bu ziyaret Türkiye-Afrika ilişkilerinin etkin bir şekilde başladığı bir sürece işaret etmişti. Yine aynı şekilde Erdoğan'ın 2011 Ağustos'unda yaptığı Somali ziyareti Türkiye'nin sadece ticaret ve kalkınma yardımı söyleminin ötesine geçip Afrika'da bir siyasal aktör olarak kendisini göstermeye başlamasının ilk adımı olmuştu. Bu anlamda Erdoğan'ın son Somali ve Etiyopya ziyaretleri semnolik anlamda Afrika politikasında yeni bir döneme geçildiğinin işaretidir.
Peki, bu yeni dönemde Türkiye'nin Afrika politikası nasıl olmalı?
2015 itibarıyla Türkiye-Afrika ilişkilerini yeniden düşünmek hem diğer başarıların sağlamlaştırılması hem de daha sistemli bir sürece sokulması açısından önemli. Bu yeni dönem artık Türkiye-Afrika ilişkilerinin normalleştiği bir süreç olup Türkiye'nin Afrika politikasında başka ülkelerle ortaklıklara girme vakti gelmiştir. Eğer bu dikkatli bir şekilde yapılabilirse Ankara'nın kıtada kalıcılığını perçinleyecektir.
TİKA, YTB ve Diyanet dahil Afrika politikasını destekleyen devlet kuruluşları şu ana kadar kıtayı tek başlarına keşfetme ve kıtaya yönelik bakış açıları geliştirme adına başka ülkelerle işbirliğine pek sıcak bakmıyorlardı. Bu, özellikle kıtada sömürge geçmişi olmayan bir ülke için doğru bir stratejiydi. Fakat gelinen noktada Türkiye'nin artık kıtadaki bazı ülkeler nezdinde 'süper ülke' imajından çıkıp gerektiği yerde çeşitli ortaklıklarla kıtadaki varlığını daha da kalıcılaştırmasının vakti gelmiştir.
Dört temel yaklaşım
Yeni Afrika stratejisi için dört öğenin altı çizilebilir. İlk olarak, Türkiye artık Afrika kıtasında bir siyasi aktör olma isteğini, yani kıtadaki sorunların çözümüne doğrudan katkı yapma iradesinde olduğunu, daha net ortaya koymalı ve bunu açıkça ifade etmelidir.
İkincisi, Türkiye hâlâ kıtaya yönelik politikalarında bölgesel dengeleri anlamaktan uzak ya da görmezden geliyor havası vermektedir. Örneğin; Somali meselesini ne Somali içinde kurulacak yeni bir siyasi denge tek başına çözebilecektir ne de devletlerin yeniden yapılanma konusundaki yardımları oyun değiştirici olacaktır. Somali'nin istikrara kavuşması Afrika Boynuzu'ndaki bölgesel dengelerin yeniden yapılandırılmasından geçmektedir. Bu açıdan, Türkiye'nin bir soruna yaklaşırken bölgesel denge kurulmasının önünü de açabilecek adımlara öncelik vermesi bir zorunluluktur.
Üçüncü bir nokta olarak din öğesi üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Türkiye Afrika'ya yönelik politikasında dini boyutu sadece zımnen öne çıkarmaktadır. Din özellikle batı Afrika'daki sorunların çözümünde ciddi bir açılım sağlayabilir. Örneğin; Nijer ve çevresinde yoğun olarak bulunan Sufi dergâhları her yıl geniş katılımlı toplantılar düzenlemektedir. Bu toplantılardan birine katılmak Mali dâhil birçok Batı Afrika ülkesinde yaşanan sorunlara Türkiye'nin doğrudan bir aktör olarak dâhil olmasının önünü açacaktır.
Son olarak ise Afrika'nın beklentileri ve Türkiye'nin politikaları arasındaki eşgüdümün devamlılığı önemlidir. Afrikalılar Türkiye'den sürdürülebilir bir kalkınmayı gerçekleştirecek tecrübe ve teknolojiyi paylaşarak kendilerine rehberlik etmesini beklemektedir.
Türkiye, Afrika politikalarını şekillendirirken bütün bu unsurları dikkate alan bir perspektifle çalışmalar yaptığı zaman daha sağlıklı neticeler elde edilecektir. Sömürgeciliğin eski ve yeni bütün formlarıyla kıtaya yeniden dönüşünün planlarının yapıldığı ve yeni sömürgeci güçlerin ortaya çıktığı bir zamanda, Türkiye'nin işbirliği ve dayanışma merkezli Afrika açılımı tarihî bir alternatif olarak önemli olmaya devam edecektir.
* Dr., Polis Akademisi UTSAM Başkanı