Şubat ayında yaşanan suikast sonrası yeni bir döneme giren Tunus'ta gerek yeni hükümet değişikliği gerekse sosyo-ekonomik alandaki gelişmeler devrim sonrasında ikinci bir döneme girdiğine işaret etmektedir. Devrimin hemen sonrasında yaşanan geçiş süreci sonrasında 2011'in Kasım ayında yapılan seçimlerden Nahda birinci çıkmış ve muhalif partilerle işbirliği yaparak troyka denilen bir yapı çerçevesinde hükümeti kurmuştu. Şubat 2013'e kadar devam eden bu durum Tunus'un birçokları tarafından Arap baharının ürettiği en başarılı dönüşüm olarak ifade edilmişti. Geçen ay muhalif Şükrü Belayed'in öldürülmesi hem bu başarı hikâyesini yeniden incelemeyi hem de toplumun temel sorunlarına ne kadar çözüm bulanabildiği konusunu tekrardan ele almayı gerektirmektedir.
Belayed'in öldürülmesinin gösterdiği ne temel nokta aslında eski rejim yanlılarının hala toplumda derin etkilerinin olduğudur. Eski rejim Nida Tounis partisi etrafında toparlanarak bir nevi yeniden günyüzüne çıkmakta ve varlığını hissettirmek istemektedir. Suikast sonrasında ülkede yaşatılan güvensizlik havası ve sendikaların grev ve iş bırakma eylemlerini artırması hem iktidardaki Nahda'nın hareket alanını daraltmayı hem de devrimi devrimcilere yedirtmekten amacı taşımaktadır. Devrimden iki yıl sonra bile Tunus'ta hala bir anayasa yapabilmiş değil, fakat Hazirana kadar anayasa sürecinin tamamlanması bekleniyor. Son gelişmeler sonrası yeni seçim tarihi olarak 27 Kasım belirlenmiş olsa da anayasa yapım sürecindeki gecikmeler bu tarihi ve dolayısıyla ülkedeki normalleşmeyi değiştirebilir.
Suikastın gösterdiği bir diğer nokta ise devrim sonrası süreçte hala sosyoekonomik dinamiklerde ciddi bir değişikliğin yapılamamış olmasıdır. Son bir hafta içinde işsizlik ve açlık gerekçesiyle bir kişi kendisini ataşe vermek suretiyle canına kıymış, siyasi istikrarsızlığı gerekçe gösteren uluslararası kredi değerlendirme kuruluşları Tunus'un notunu düşürmüştür. Ülkedeki en büyük sorun hala ekmek ve işsizlik olmaya devam etmektedir. Nahda gibi yeni siyasi aktörlerin ekonomik anlamda sosyal tabanını genişleten hamleler yapamaması eski rejim yanlılarının ekmeğine de yağ sürmektedir.
Son gelişmelerle iyice günyüzüne çıkan bir diğer konu ise Arap dünyasında herkesin ortak ve hatta en zayıf noktası olan güvenlik konusudur. Bu alan aynı zamanda gerek ordu gerekse polis dolayısıyla eski rejimlerin en güçlü olduğu alanlardı, fakat Selefi grupların sürece negatif katkısı bu alanda reform yapmayı geciktirmekte ve hatta imkânsızlaştırmaktadır. En net tabirle kurumsal, siyasi ve pratik boyutları olması dolayısıyla çok zor olan fakat aslında ivedilikle ele alınması gereken güvenlik reformu konusu önümüzdeki dönemde de Tunus dahil bütün devrim yaşamış ülkelerin gündemini işgal etmeye devam edecektir. "İçişleri bakanlığı, terörist bakanlığı" diye sloganların hâlâ ciddi destekçi bulduğu Tunus'ta bu algıyı değiştirmek çok da kolay olmayacaktır.
Devrimlerden yaklaşık iki yıl geçmesine rağmen Mısır hariç devrim yaşayan diğer hiçbir ülke hâlâ anayasa yapımında süreci tamamlayamamıştır. Mısır'da yapılan yeni anayasanın bile aslında eskisinden çok da farklı bir kazanım içermediği düşünülünce belki de anayasa yerine anayasa yapımında kilit rol oynayabilecek ve uzun vadede devrimin yerleşmesi için çok daha faydalı olacak ekonomik dönüşüm gibi sosyal dinamiklere neden yoğunlaşılmadığı sorusu tartışılmalıdır. Anayasa yapımını ihmal etmeden, sosyal dinamikleri önceleyen bir yaklaşım Tunus için belki de bundan sonra takip edilmesi gereken yol olarak durmaktadır. Çünkü gidişat hem Nahda gibi devrim sonrası aktörlerin elini zayıflatmakta hem de eski rejim yanlılarının geri dönüşünü kolaylaştırmaktadır.
Tunus'ta bu hafta güvenoyu olan yeni troyka hükümeti içişleri, dışişleri, savunma ve adalet gibi kilit bakanlıklara bağımsız isimleri atayarak ülkedeki siyasal krizi bir nebze de olsa aştı ve yeni bir kan tazeledi. Fakat orta ve uzun vadede Nahda dahil bütün aktörlerin etkisi ve kalıcılığı sosyal dinamiklerde yapabilecekleri dönüşüm üzerinden ölçülecek, ve ancak bu şekilde daha büyük krizleri engellenebileceklerdir.