Dünya, yeni meydan okumalarla birlikte güvenlik risklerinin de arttığı bir döneme sürükleniyor. Asyalı aktörlerden Batı'nın 250 yıllık üstünlüğüne karşı yükselen meydan okumanın hangi tarafın galibiyetiyle sonuçlanacağını tahmin etmek zor. Belki de bu aktörler birbirini yıpratırken kazanan üçüncü bir taraf olur. Bunun için hazırlık yapan ve istekli olan bir "üçüncü tarafın" olup olmadığı ise başka bir soru. Bütün bu bilinmezlikler içerisinde neredeyse kesin olan ise, Batı ile ona meydan okuyan Asya arasındaki mücadelenin giderek sertleşeceği ve bütün dünya için yıkıcı sonuçları olacağı gerçeğidir. Zira tarihteki bütün kırılmalar hep güç ve şiddete dayalı olarak gerçekleşti. ABD ile Çin'in de aralarındaki rekabeti barışçı yollarla yönetebileceğine dair bir işaret yok.
Batı'nın üstünlüğüne meydan okumanın İslam dünyasından değil de Çin'den ve belki ilerleyen dönemde Hindistan'dan gelmesi ise şaşırtıcı değil. Zira 1,5 milyara yaklaşan nüfuslarıyla bu iki ülke merkezi yönetimlere sahipken İslam dünyası büyük bir bölünmüşlük içerisinde. Türkiye, İran, Mısır, Pakistan ve Endonezya gibi potansiyeli yüksek Müslüman ülkeler var ama bu ülkeleri bir araya getirmek için düşünülen platformlar işlemiyor. Görüş ayrılıkları, dışarıdan müdahale ve manipülasyonlar çok fazla. Merkezi bir otorite olmadığı için de bu müdahalelere karşı koymak çok zor. Özetle, maalesef İslam dünyası Batı'nın üstünlüğüne meydan okumaya hazır değil. Türkiye ve İran gibi bazı ülkeler tek başlarına bu meydan okumayı gerçekleştirmeye çalışıyorlar ama karşıdaki güç çok büyük olduğundan "tek başına" girişilen bu meydan okumalar ancak söylem düzeyinde kalıyor.
Uluslararası sistemin şartları bu şekildeyken Türkiye nasıl bir güvenlik politikası izliyor ya da izlemeli? Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin güvenlik politikasının şekillenmesinde etkili olacak faktörlere bakıldığında, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz uluslararası güç mücadelesinin yanında Türkiye'deki iktidarın dış politika tercihlerinin de asıl belirleyiciler arasında yer aldığını ifade etmek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarının 2023 sonrasında da devam etmesi durumunda Türkiye'nin bağımsızlığı merkeze alan dış politikasına devam edeceğini ve bu nedenle maruz kaldığı baskı ve dayatmalara karşı koymayı sürdüreceğini öngörmek yanlış olmaz. Bu, Ankara'nın şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da küresel güçler arasında denge politikasına devam etmesi anlamına gelecektir. İktidarın değişmesi durumunda ise, gelecek olan iktidar partilerinin ideolojik eğilimlerine göre Türkiye'nin, iktidar partisine maliyet üreten bağımsız dış politikayı terk edip ülkeye maliyet üreten "peşine takılma" (bandwagoning) stratejisine yönelmesi ve bloklardan birini tercih edip ona yaslanması söz konusu olabilir.
Orta vadede Ankara'nın güvenlik politikası tercihlerini etkileyecek faktörlerden biri de küresel aktörlerin Türkiye'ye yönelik tavırları olacak. Bu çerçevede ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve Çin'in, Türkiye'nin bağımsız dış politika ve egemen eşit ortaklık konusundaki hassasiyetine ne kadar saygı gösterecekleri ve ülkemizin çıkarlarını doğrudan ilgilendiren sorunlara yönelik politikaları belirleyici olacaktır. Türkiye'deki iktidarı kabullenmeyen, dışarıdan müdahalelerle onu devirmeye çalışan aktörlerin Ankara'nın izlemeye çalıştığı denge politikasını zorlaştıracağı ve Türkiye'yi karşı aktörlere daha fazla yaslanmak zorunda bırakacağı tahmin edilebilir. Aynı şekilde Türkiye'nin güvenlik ve ekonomik çıkarlarını doğrudan ilgilendiren PKK ve FETÖ gibi terör örgütleri ile Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya konularında aşırı şekilde Ankara'yı rahatsız eden politikalar izleyecek aktörlerin de Türkiye'nin güvenlik ortakları arasında yer alması zor olacaktır.
PKK, FETÖ ve Doğu Akdeniz sorunları Türkiye'yi Batılı "müttefikleri" ile karşı karşıya getirirken Suriye, Libya ve PKK konuları Moskova ile sağlıklı bir ilişki geliştirilmesinin önündeki engeller olarak öne çıkıyor. Henüz Türkiye'nin yakın havzasında askeri angajmanlara girmeyen Çin ile doğrudan sorunlar söz konusu olmasa da Pekin'in Doğu Türkistan'a yönelik baskı politikaları Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri sürekli gölgeleyecek bir faktör olarak göze çarpıyor. Bu aktörlerin yanında, onların müttefiki olarak Ortadoğu bölgesinde etkili olan İsrail, İran, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle ilişkilerde de hassas rekabet-işbirliği dengesinin gözetilmesi Türkiye'nin güvenlik politikasının zor görevleri arasında yer alıyor. Ülkemizin küresel güçlerle gireceği ittifak ilişkileri istenmeyen bağımlılıklara yol açma riskine sahipken, bölgesel güçlerle gireceği ittifak ilişkileri giderek istikrarsızlaşan uluslararası sistemde kendisine avantajlar getirebilir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin küresel güçlerle ilişkilerinde denge politikasını sürdürmesi, buna karşılık bölgesel aktörlerle ilişkilerinde ise sağlıklı bir ittifak ilişkisi arayışı içerisinde olması kısa ve orta vadede en uygun politika olarak görünüyor. Bu müttefiklerin hangi ülkeler olacağı konusunda ise maalesef sadece Türkiye'nin tercihi yeterli olmuyor. Muhatapların da böyle bir ittifak ilişkisini istemesi gerekiyor ki bu konuda onların özellikle küresel güçlerle girdikleri başka ittifaklar da belirleyici oluyor.