Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan'dan çekilirken bu ülkede yaşadığı en ağır darbelerden birini daha aldı. Perşembe günü yaşanan terör saldırılarında 150'den fazla Afgan sivilin yanında 13 Amerikan askeri hayatını kaybetti. 18 Amerikan askerinin de yaralandığı bu saldırılar, 20 yıllık işgalin ardından Afganistan'dan kaçar gibi çekilen ABD için bozgun görüntüsünü daha da ağırlaştırdı
Gücünün zirvesinde ve tek süper güç olarak dünyaya yeni bir düzen verme hezeyanıyla 20 yıl önce Afganistan'a giren Amerika, şimdi bu ülkede kalan vatandaşlarını tahliye etmekten aciz bir görüntü veriyor. Biden'ın tahliye edilecek Amerikalıların listesinin Taliban'a verildiğini açıklaması, ABD'yi bir zamanlar terörist ilan ettiği bu örgütten yardım isteyen ülke pozisyonuna düşürdü. Afganistan'ın yeni iktidarı olan Taliban'la görüşmek başka, ilan ettiği 31 Ağustos tarihine kadar vatandaşlarının tahliyesini organize edemeyip ondan yardım istemek başka bir şey.
20 yıl önce Taliban iktidarını ortadan kaldırmak ve 11 Eylül saldırılarından sorumlu tuttuğu El-Kaide terör örgütünü yok etmek için Afganistan'ı işgal eden ABD, geride El-Kaide'den çok daha tehlikeli bir örgüt olan DEAŞ'ı bu ülkenin başına bela ederek çekiliyor. Aslında El-Kaide'yi de önce Afganistan sonra da tüm dünyanın başına bela eden Washington'un saldırgan, sorumsuz ve hesapsız politikalarıydı. Bu ifadeyi iki şekilde anlamak gerekir. Öncelikle El-Kaide'nin ortaya çıkmasında ABD ve Pakistan istihbarat teşkilatlarının oynadığı rolü hatırlamak gerekir. Ardından Washington'un Soğuk Savaş'ın ardından ayakta kalan tek süper güç olarak uyguladığı müdahale ve işgal politikalarının neden olduğu istikrarsızlığın altını çizmek gerekir. Özellikle Bush döneminde Afganistan ve Irak'ın işgal edilmesi ve bu işgal süreçlerinde Amerikan askerlerinin ve özel güvenlik şirketlerinin gerçekleştirdiği ağır insan hakları ihlalleri bu ülkelerde radikalizmi tırmandırdı. Irak ve Afganistan'ın işgal, savaş ve şiddetten başka bir şey görmeyen gençleri El-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin hiç zorlanmadan ulaştığı insan kaynağını oluşturdu.
Bu nedenle şimdi ABD'nin Afganistan'da yaşadıklarından dolayı şikayet edip yeni tehditler savurmaya hiç hakkı yok. Aksine bu felaketlerin yaşanmasında kendi hatalarının nasıl bir rol oynadığının muhasebesini yapıp Afgan halkı ve tüm dünyadan özür dilemesi gerekiyor. Ayrıca DEAŞ ve El-Kaide gibi terör örgütlerinin değirmenine su taşıyan pervasız güç ve şiddet politikalarına da son vermesi gerekiyor.
Afganistan'da yaşanan hezimetin uluslararası siyasal sistem ve ABD'nin küresel liderliği açısından ne anlam ifade ettiğine gelince, bu yenilginin Amerika'nın göreceli olarak zayıflayan gücünün doğal sonucu olduğunu vurgulamak gerekir. Ekonomik göstergeler uzun zamandır ABD'nin Çin ve Batı'nın Asya karşısındaki mutlak üstünlüğünün giderek kaybolduğunu gösteriyordu. Bu şekilde gücü azalan Amerika'nın, coğrafi olarak kendisine bu kadar uzak ve Çin ve Rusya'ya bu kadar yakın bir coğrafyada işgali daha uzun süre devam ettirmesi çok zordu. Tarihteki diğer büyük güçlerin mutlak üstünlüklerini kaybettiklerinde yaşadıkları gerilemede olduğu gibi, göreceli olarak gücü zayıflayan ABD'nin de bazı bölgelerden çekilmesi gerekiyordu. Afganistan bu noktada Amerika'nın ilk çekileceği yerlerin başında geliyordu ancak çekilmenin bu kadar beceriksizce yapılması Vietnam'daki bozgun görüntülerini hatırlattı.
Bu da doğal olarak küresel güç mücadelesinde Çin ve Rusya gibi aktörlere karşı Washington'un yanında yer alan Uzak Doğu ve Avrupalı müttefiklerinin endişeye kapılmasına yol açmıştır. Afganistan'daki hezimet ve kaos görüntülerinden sonra Tayvan, Güney Kore ve Ukrayna'daki müttefiklerinin ABD'ye yönelik güvenleri ciddi şekilde sarsılmış olmalı. Öyle görünüyor ki ABD Afganistan'da sadece askerlerini değil aynı zamanda itibarını da kaybetti.