Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor's (S&P), 1 Mayıs 2012'de Türkiye'nin kredi notu görünümünü pozitiften durağana düşürmüştür. Kredi not görünümünün pozitiften durağana revize edilmesi, Türkiye'nin kredi notunun önümüzdeki 12 ve 18 ayda aynı kalacağı anlamına gelmektedir. Aynı zamanda, daha önce piyasa katılımcıları tarafından düşünülen en düşük yatırım notu olarak belirlenen BBB- kredi notu da teyit edilmiştir. Türkiye'nin kredi notu görünümünün pozitiften durağana düşürülmesi gerekçesinin zayıf dış talep, kötüleşen ticari şartlar ve şaşırtıcı olarak da dış borçlar olduğu ifade edilmiştir.
S&P'nin kredi notu görünümü kararı piyasa aktörleri için şaşırtıcı olmuştur. Küresel ekonomik krizin başta AB ülkeleri olmak üzere birçok ülkeyi iflasın eşiğine getirdiği bir dönemde, Türkiye'nin temel makroekonomik göstergeleri, başta borcun ve bütçe açığının Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) içindeki oranı Maastricht kriterlerinin altında seyretmiş, 2009'un son çeyreğinden itibaren son 9 çeyrek boyunca kesintisiz büyüme sürmüş, hatta Türkiye 2011'in ilk 3 aylık döneminde dünya ekonomileri arasında en yüksek ekonomik büyümeyi gerçekleştiren ülke olmuştur.
Tüm makroekonomik göstergeler olumlu olmasına rağmen, yapısal nedenlerden dolayı ekonomik büyüme ile birlikte cari açığın artması bazı kaygıların ileri sürülmesine neden olmuştur. Bu yapısal probleme bir çözüm olarak, cari açığın azaltılması amacıyla ihracatın ithalata olan bağımlılığını düşürmek, ara malı ve yatırım mallarında yurtiçi üretim kapasitesini artırmak ve üretim için gerekli olan girdileri yerli ürünlerle karşılamak, enerjide de dışa bağımlılığı azaltmak için yeni teşvik sistemi Başbakan Erdoğan tarafından açıklanmıştır. Bu arada, cari açıkta son dört ayda önemli bir yavaşlama başlamış, ihracat pazarı çeşitlenmiş, cari açığın finansmanı ve sürdürülebilirliği sağlanmıştır. Kaldı ki, Türkiye ekonomisinde cari açık miktarından çok, cari açığın finansmanı yani kredi kanalı daha önemli hale gelmiştir. Türkiye, bu dönemde Avrupa Merkez Bankası'ndan piyasalara enjekte edilen likidite bolluğundan yararlanmış ve son dönemde cari açığını çok iyi şartlarda finanse etmiştir.
S&P'nin kredi notu görünümünü revize ederken gerekçe olarak ülke borçlarını kriter kabul ettiğini belirtmiş olmasına rağmen, kamu borcunun ve bütçe açıklarının GSYH içindeki paylarının Türkiye'den oldukça yüksek olduğu ülkelerin notlarında bir değişikliğe gitmemiş ve belki de ironik olan, Türkiye'nin kredi notu görünümünü düşürdüğü bir dönemde Yunanistan'ın uzun vadeli kredi notunu yükseltmiştir. Borç içinde yüzen, defalarca alınan yardımlar ve borç silmelere rağmen 2020'de borcun GSYH içindeki payının yüzde 120'lere düşmesi beklenen, iflasın eşiğinde olan ve hatta şu anda atanmışlar tarafından yönetilen Yunanistan'ın uzun vadeli kredi notunun tercihli temerrütten CCC'ye yükseltilmesi, nereden bakarsanız bakın tam bir çifte standart ve hatta garabet örneği olarak ortada durmaktadır. Kuvözde yaşatılmaya çalışılan Yunanistan'ın kredi notunda artırıma giden ve iflas eden İzlanda'ya ve Türkiye'ye aynı kredi notunu veren S&P, Türkiye'nin not görünümünü maalesef durağana çevirmiştir. Bu nedenle, inandırıcılığını ve güvenini yitiren bu kuruluşların verdikleri kararların ne kadar adil ve güvenilir olduğu sorusunu sormamızın zamanı gelmiştir. Kredi notu görünümünün pozitiften durağana düşürülmesi, her ne kadar not indirimi olmasa da yabancı yatırımcıların risk algılamaları nedeniyle, kafa karışıklığına neden olacaktır. Başta bizim ve piyasa katılımcılarının kesin olarak not artışı beklediği bir dönemde S&P'den gelen bu kötü haber yabancı yatırımcıların yatırım kararları verirken bir kez daha düşünmelerine neden olacaktır. Bu davranış, hem Türkiye'ye gelecek olan yabancı yatırımcıların yapacakları yatırımların azalmasına, hem de ülkeye gelecek ve gelen fonların yüksek risk primi nedeniyle faiz maliyetlerinin yükselmesine neden olacaktır.
Acaba kredi derecelendirme kuruluş ve kuruluşlarının "örtülü" amacı bu mudur? Türkiye ekonomisinde son yıllarda sağlanan ekonomik ve sosyal göstergelerde elde edilen kazanımlara rağmen, açıkçası S&P'nin yaptığı bu taraflı ve haksız not değerlendirmesi, mevcut pozitif süreci baltalama ve yapılacak iyi şeylere çomak sokmak olarak algılanmıştır. Bilindiği üzere, son yıllarda, Türkiye ekonomisinde faiz ödemelerinde ciddi miktarlarda azalmalar sağlanmıştır. 2002'de bütçenin yüzde 43.2'si faize giderken 2011'de bütçenin sadece yüzde 13.5'i faize gitmiştir. Diğer yandan, 2002'de vergi gelirlerinin yüzde 86'sı faize giderken, 2011'de vergi gelirlerinin ancak yüzde 16.6'sı faize gitmiş gözükmektedir. Bu fotoğraf, şüphesiz, ülke ekonomisine ek bir kaynak sağlamıştır. Bugün ülke bu kadar iyi bir altyapıya sahipse, küresel ekonomik kriz nedeniyle çoğu ülkelerde kemer sıkma tedbirleri uygulanırken, Türkiye'de sağlık ve eğitim harcamaları artıyorsa ve sosyal yardım ve sosyal hizmet alanlarına önemli kaynak aktarılıyorsa, bu bütçe içindeki faiz ödemelerinde meydana gelen azalmadan kaynaklanmaktadır. Bu tablonun faiz lobisini gerçekten rahatsız ettiği gözükmektedir.