3 Kasım 2020 başkanlık seçimleri ABD tarihinin belki de en olağanüstü seçimi olmaya namzet. İşsizlik ve ekonomik büyüme rakamlarının çok iyi olduğu bir dönemde gelen koronavirüs (Covid-19) krizinin son derece kötü yönetilmesiyle birlikte seçim dengeleri de bir anda değişti. Siyah vatandaşlara karşı sistematik ayrımcılığın yansıması olarak polis şiddetinin de ne kadar yaygın olduğunun görülmesi ırk meselesini kampanya döneminin ana maddelerinden biri haline getirdi. Biden'ın başkan yardımcısı seçimini Kamala Harris'ten yana kullanmasına neden olan ırkçılık aleyhtarı geniş katılımlı protestoların üzerine geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi yargıçlarından Ruth Bader Ginsburg'ün vefatıyla boşalan koltuğun doldurulması meselesi de seçim öncesi adeta "mükemmel fırtına" yarattı.
Senelerdir siyaset kurumuna azalan güvenin artık tamamen zirveye çıktığı ve kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı bir ABD var karşımızda. Başkan Trump'ın 2016'da Clinton'a karşı toplam oyda kaybetmesi ancak buna rağmen "salıncak" eyaletlerde sağladığı delege sayısı üstünlüğüyle seçimi kazanmasından beri siyasi kutuplaşma iyice derinleşmiş durumda. 2018 ara seçiminde Demokratların özellikle "varoşlar"da kadınların desteğini alarak Temsilciler Meclisinde çoğunluğu kazanmasından beri de Kongrede tam bir "gerilla savaşı" yaşandığını söylemek abartı olmayacaktır. Kongreden iki partinin üzerinde anlaştığı yasalar geçirmek neredeyse imkansız hale gelmekle kalmadı. Başkanın Anayasa Mahkemesine aday gösterdiği Brett Kavanaugh'nun Senatodaki onay sürecinde yaşanan skandal tartışmalar Amerikan uzlaşma kültürünün artık eski bir hikaye olduğunu gösterir nitelikteydi.
Başkan Obama'nın sekiz yıllık başkanlık döneminde Anayasa Mahkemesine sadece iki atama yapabilmiş olması ve üçüncüsünün atamasının Cumhuriyetçiler tarafından seçim yılı olduğu bahanesiyle bloke edilmesine karşın Trump'ın dört senede iki atama yapıp üçüncüsünün atamasının eşiğinde olması tansiyonu en yüksek noktaya taşıyor. Anayasa Mahkemesinde halihazırdaki beşe karşı dört muhafazakar üstünlüğünün altıya karşı üç haline gelecek olması ve bu durumun belki de on yıllarca devam edecek olması her iki tarafı da mobilize etmiş bulunuyor. Demokratlar Cumhuriyetçilerin 2016'daki tavrını örnek gösterip çifte standart suçlaması yöneltirken Cumhuriyetçiler ise –iki senatör hariç– böyle tarihi bir fırsatı kaçırmak istemiyor. Anayasa Mahkemesindeki aritmetik ülkenin kürtaj gibi kültürel meselelerini ve siyasi kurumlar arasındaki güç dengelerini ilgilendiren konularda nihai karar açısından hayati önem taşıyor.
Ülke genelindeki kamuoyu yoklamalarına bakıldığında Biden'ın rahat bir farkla önde gittiği ve genel oylarda 2016'da olduğu gibi Trump'tan fazla oy alacağı görülüyor. Ancak başkanın kim olacağını doğrudan seçmen değil de eyaletler seçtiği için kritik eyaletlerde başarılı olan adayın kazandığı delege sisteminde "salıncak" tabir edilen eyaletlerdeki duruma bakmak gerekiyor. 10-12 civarındaki eyalette yarış yakın geçiyor ancak 5-6 eyalette gerçekten başa baş bir yarış söz konusu. Bunlar arasında en fazla delege sayısına sahip Florida ve Pennsylvania gibi eyaletlere bakıldığında iki adayın birbirine çok yakın olduğu görülüyor. Florida'yı kazanan adayın büyük avantaj yakaladığı ve diğer salıncak eyaletlerden birkaçında başarılı olmanın yeteceği bir denge var. Florida'da geçmişte olduğu gibi gene tartışmalı bir seçim süreci yaşanması kimseyi şaşırtmayacak. Başkanın kim olduğunun günlerce ve hatta haftalarca kesinleşmeyeceği senaryolar dahi konuşuluyor. Zira Trump kampanyası postayla oy kullanma yöntemi konusunda şimdiden soru işaretleri uyandırmakla kalmayıp birkaç eyalette mahkemelere de başvurmuş durumda.
Temmuz ve Ağustos'un ilk yarısında kamuoyu yoklamalarında çok kötü görünen Trump'ın yaz sonunda ve Eylül başında toparlanma sürecine girdiği görülüyor. Ancak birçok rakam Biden'ın Clinton'dan daha fazla kabul edilebilir bir aday olmasının, beyaz ve kadın seçmenin anti-Clinton hissiyatını Biden'a karşı taşımamasının Demokrat aday için avantaj olduğu görülüyor. Trump'ın ekonomi yönetimi konusunda Biden'dan daha yetkin görülmesi ise başkanın en önemli avantajlarından biri olarak öne çıkıyor. Trump kendi tabanına koronavirüs de dahil her şeyi çok iyi yönettiği ve Demokratlar gelirse "kanun ve düzen kalmayacağı" mesajını veriyor. Ginsburg'ün ölümü sonrası ideolojik tabanını memnun edecek muhafazakar bir aday öne sürerek tabanının mobilizasyonunu maksimize etmek istiyor. Demokratlar da anti-Trump gündem etrafında birleşmiş ve mobilize olmuş durumdalar ancak Biden'ın özellikle genç seçmeni heyecanlandıramadığını not etmek gerekiyor. Buna rağmen Trump gitsin de kim gelirse gelsin hissiyatı partinin farklı kanatlarını bir araya getirmiş durumda.
Trump ile Biden arasında toplam üç televizyon tartışması yapılacak ve bu tartışmalardaki performans sayısı çok az olan kararsız seçmen üzerinde etkili olabilir. Trump'ın bu tartışmalarda performans sorunu yaşaması beklenmiyor ancak Biden özellikle ilk tartışmada güçlü bir performans göstermesi durumunda avantaj sağlayabilir. Bu tartışmalar daha önce seçim sonuçlarında çok daha etkiliydi ve tarihi anlara sahne olurdu. Örneğin Trump 2016'da Clinton'a "Çünkü hapse atılırdın" gibi sözler söyleyerek gündemi altüst etmişti. Ancak seçmenin son derece kutuplaştığı ve kararsız seçmenin yüzde 10'un altında (bazı eyaletlerde kararsız seçmen yüzde 3-5 civarında) olduğu bir kampanya döneminde sandığa gitme oranları çok daha belirleyici olacak. Adayların kritik eyaletlerde kesin bir üstünlük sağlayamaması durumunda ise yeni başkanın kim olduğunu öğrenmek için mahkeme itiraz süreçlerinin yaratacağı bir kaos döneminin sonunu beklememiz gerekebilir.