11. Beijing Xiangshan Forum'u 12-14 Eylül 2024 tarihleri arasında Çin Halk Cumhuriyeti'nin başkenti Pekin'de Asya Pasifik bölgesinde güvenlik, barış ve iş birliği temalarıyla toplandı. Münih Güvenlik Konferansı ve Shang-ri La Diyaloğu gibi muadilleri ile karşılaştırıldığında küresel güvenlik gündemini belirlemede nispeten etkili olmasa da Forum'da tartışılan konular Çin'in küresel ve bölgesel güvenlik mimarisinin yeniden yapılanmasında etkin bir aktör olarak ön plana çıktığını göstermektedir.
Forum'un üç günlük ana gündemini ABD-Çin rekabeti, Ukrayna savaşı ve Avrupa güvenliği, Güney Çin Denizi'ndeki artan gerilimler ve Asya Pasifik'te güvenlik iş birlikleri, Küresel Güney ve Ortadoğu'da barış gibi konular oluşturdu. Açılış konuşmalarında Çin Milli Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakan yardımcısının verdiği mesajlarda Çin'in mevcut küresel düzendeki güvenlik sorunlarının çözümüne "Küresel Güvenlik İnisiyatifi" gibi alternatif yaklaşımlar geliştirdiği sıklıkla vurgulandı. Her ne kadar Çin'in kendi güvenlik öncelikleri resmi açılış konuşmalarında dile getirilse de diğer oturumlarda Çin'in ve dünyanın karşı karşıya olduğu güvenlik sorunlarının çözümü için tek taraflı dayatmaların işe yaramayacağı da sıklıkla gündeme geldi.
Bu yazıda 11. Beijing Xiangshan Forum gözlemlerimiz çerçevesinde küresel düzenin bir tür geçiş dönemi içinde olduğu varsayımına dayanarak küresel ve bölgesel güvenlik meselelerinin çözümü için önümüzde duran fırsat ve meydan okumalar ve Çin'in bu fırsat ve meydan okumalara cevap verebilme kapasite ve kabiliyeti, ABD-Çin rekabeti ve Çin'in küresel güney vurgusu bağlamında kısaca ele alınacaktır.
Küresel Güvenlik Mimarisi
Küresel siyasetin temel güvenlik sorunları halen İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan kurumlar tarafından yönetilmektedir. Aktörler ile sorunların nitelik ve niceliği değişse de BM Güvenlik Konseyi gibi kurumların mevcut küresel siyasi ve ekonomik gerçeklikle uyuşmayan yapıları güvenlik sorunlarının çözümü bir yana mevcut sorunları daha da derinleştirmektedir. Buradaki temel tartışma konusu aslında kurumsal değişimin gerekliliği değil, bu değişimin hangi aktörler tarafından yönlendirileceğidir. Tam da bu aşamada ABD-Çin rekabetinin küresel güvenlik mimarisindeki dönüşümü birleyecek en belirgin etken olduğu söylenebilir.
ABD ve Çin ilişkilerindeki gerilimin miladı olarak 2018 yılındaki ticaret savaşları ve Covid-19 gösterilse de aslında her iki süreç de geriye doğru ilerleyen trendin ivmesini hızlandırmıştır. ABD-Çin arasındaki ilişkilerin temel kırılma noktasını 2008 yılındaki küresel finansal krize kadar geri götürebiliriz. Zira tam da bu yıllarda Çin ihracat merkezli ekonomik kalkınma modelinin tıkanma ihtimali olan zayıf noktalarını görerek alternatif yollar arayışına başlamıştır.
Yaklaşık 15 yılı aşkın bir süredir Çin'in hem ABD ile ilişkileri hem de küresel sistem içindeki siyasi ve ekonomik konumu ciddi bir şekilde eleştirilmektedir. Bu eleştirilerin belki de en önemlisi Çin'in küresel güvenlik sorunlarına karşı tepkisiz kalması ve sadece yakın coğrafyasındaki gelişmeleri önceleyen yükselen bir güç olarak küresel güvenlik sorunlarının ürettiği maliyetten kaçınması olmuştur.
Çin ve Küresel Güvenlik İnisiyatifi
Bu durum 2023 yılında Çin'in birbiri ardına açıkladığı bir dizi inisiyatif ile değişmeye başlamıştır. Çin reform sürecinden bu yana ilk defa küresel düzene dair daha somut, eleştirel ve alternatif öneriler getirmeye başlamıştır. Aslında yukarıda da belirtildiği gibi 2008'de başlayan sürece baktığımızda Çin'in 2013 yılında ortaya koyduğu Kuşak Yol İnisiyatifi ile ilk defa küresel söz söyleme ve alternatifler üretme niyetini açıkladığını söyleyebiliriz. Bir bağlantısallık ve küresel kalkınma projesi gibi görülen Kuşak Yol İnisiyatifi'nin on yıllık sonuçları çok taraflı, bölgesel ve küresel ekonomik ve siyasi sorunlara bir cevap üretememiştir. Bazı ülkeler için borçlanma dolayısıyla ciddi bir ekonomik bağımlılık ve borç krizi yaratırken, Türkiye gibi ülkelerle iş birliğinden ziyade Çin'in lehine gelişen asimetrik bir rekabet ortamı ortaya çıkarmıştır.
Bugün ise Çin, Küresel Kalkınma, Medeniyet ve Güvenlik olmak üzere üç sac ayağına oturan daha kapsamlı bir küresel düzen mimarisi çizmeye çalışmaktadır. Ancak buradaki en önemli sorun Çin'in mevcut ekonomik ve siyasi yapısı ile küresel sistemde ortaya çıkan mevcut sorunlara ve meydan okumalara cevap verebilme kabiliyet ve kapasitesinin olup olmadığıdır. Pekin'deki forumda Çin tarafının özellikle ABD-Çin rekabetindeki söylem üstünlüğünü elde etmeye çalışması, Ukrayna ve Gazze savaşlarında ahlaki üstünlüğü el geçirme çabası ve Küresel Güney üzerinden kurduğu söylem ile küresel adaletsizliklere karşı zayıf ve kalkınmamış ülkelerin yanında pozisyon alması bir tür imkân ve kabiliyet geliştirme çabası olarak görülebilir.
Ancak Çin'in muhatap olduğu bölgesel ve küresel güvenlik sorunlarının neredeyse tamamı Çin'in tek başına değil belirli ülkelerle ittifak veya iş birliği halinde hareket etmesini gerekli kılmaktadır. Örneğin Güney Çin Denizi'nde Filipinler'in ABD ve Japonya ile oluşturduğu ortak güvenlik paktına karşı herhangi bir hamle yapamamıştır. Benzer şekilde Tayvan'ın olası bağımsızlık senaryosunda askeri müdahale hakkını beyan etmesine rağmen bu müdahalenin hangi imkan ve kapasite ile nasıl bir stratejiye dayandığı bilinmemektedir. Tayvan tarafı ise küresel ve bölgesel desteklerle kendi imkan ve kapasitesini geliştirmeye devam etmektedir. Ayrıca Güney Çin Denizi'nin güvenliğinin tam anlamı ile sağlanamaması olası bir Tayvan gerginliğinde Çin'in askeri savunmasını güçleştirecektir.
Benzer bir sorun Ukrayna Savaşı dolayısı ile Çin'in Avrupa güvenliğine yönelik stratejisi için de geçerlidir. Bir taraftan ABD'ye karşı Rusya ile kurulan tarihin en iyi ilişkileri diğer yandan Rusya ile Orta Asya jeopolitiği, enerji ve sınır sorunları gibi problemli alanları yönetmeye çalışmaktadır. Rusya'nın Avrupa güvenliğini tehdit etmesi ve Çin'in Rusya ile yakın ilişkileri Çin'in Avrupa pazarlarına erişimini engellemekte veya Avrupa ile ilişkilerini negatif yönde etkilemektedir. Kısa vadede dost ancak uzun vadede rakip olacak bir Rusya ile nasıl bir ittifak veya iş birliği modeli kuracağı da açık değildir.
Ortadoğu'da da benzer bir sorunla yüzleşen Çin, Gazze Savaşı'nda açıkça Filistin'i destekleyen, Hamas'ı kınamayan ve İsrail'e karşı sadece diplomatik hamlelerle cevap veren bir aktör olarak Ortadoğu ülkeleri nezdindeki kredisini pratik karşılığı olmayan diplomatik söylemler ve ekonomik çıkarlarla sınırlandırmaktadır. Siyasi ve güvenlik sorunlarında taraf olmaktan kaçınan Çin'in ABD karşıtlığı ve ekonomik ilişkiler üzerinden kurduğu bölgesel ilişkiler ağı somut güvenlik riskleri karşısında oldukça kırılgan durmaktadır. Dolayısıyla bölge ülkeleri için Çin jeopolitik anlamda ABD'ye karşı bir denge unsuru olarak görülmektedir. Suud-İran arasındaki kolaylaştırıcı rolü bir diplomatik başarı hikayesi olarak anlatılabildiği ölçüde değerlidir. Bölgede ABD-İsrail ittifakı karşısında kurulacak alternatif bir ittifakın üreteceği güvenlik sorunları ve istikrarsızlık ise Çin açısından yeni maliyetler üretecektir.
Sonuç olarak Çin'in küresel güvenlik mimarisi açısından imkân ve kabiliyetlerinin özellikle içinde bulunduğu ekonomik sorunlar sebebi ile gün geçtikçe daha kısıtlı bir hale geldiği söylenebilir. Çin'in bu durumla başa çıkabilmek için yakın coğrafyasında "çatışma ve kriz", "kalkınma ve barış" olarak adlandırabileceğimiz iki senaryoyu sürekli aktif bir şekilde gündemde tuttuğunu gözlemlemek mümkündür. Çatışma ve kriz senaryosuna göre Çin en yakın varoluşsal tehdidi yakın coğrafyasından hissetmektedir. Bu çerçevede küresel bir çatışma ve savaş ihtimalinde Çin'in alternatif bir kamp veya ittifak içinde yer alması oldukça zor bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü böyle büyük bir kriz anında yakın coğrafyasındaki sorunlara odaklanacaktır.
Kalkınma ve barış senaryosuna göre ise sadece yakın coğrafyasında değil Ortadoğu'dan Afrika ve Latin Amerika'ya kadar bir ekonomik nüfuz ve etki alanı kurabilir. Dolayısıyla Çin'in askeri değil daha çok ekonomik kalkınmayı öncelemesi ve barışçıl, diplomatik bir söylem üzerinden politika üretmesinin sebebi de budur. ABD ile asıl rekabeti de askeri olarak değil "yeni üretici güçler" olarak tarif ettikleri çip, batarya, güneş panelleri, alternatif enerji, dijitalleşme ve teknolojik üretim gibi alanlardaki kapasitelerini artırarak yapmaktadır. Bu da açık bir şekilde Çin'in yaklaşık bir buçuk milyara ulaşan nüfusunu hükümetin resmi söylemi ile "modern sosyalist bir toplum" idealine kavuşturmadan gerek bölgesinde gerekse de küresel anlamda ciddi bir sert güç olarak ortaya çıkma ihtimalinin zayıf olduğunu göstermektedir. Bu durum da yakın bir gelecekte Asya Pasifik'teki güvenlik mimarisinin ABD-Çin rekabetçi iş birliği çerçevesinde kurulma ihtimalini güçlendirmektedir.