Geleneksel olarak ABD'nin Ortadoğu'daki en önemli müttefiklerinden birisi olarak kabul edilen Suudi Arabistan, son dönemde bu konumundan kademeli olarak uzaklaşmaya başladı. Bu durumun ilk işaretleri 2009-2017 yılları arasında ABD'de başkanlık görevini yürüten Barack Obama döneminde görülmüştü. Özellikle, Obama'nın görev süresinin son kısımlarında kabul edilen ve 11 Eylül 2001 saldırılarında sorumluluğu bulunan Suudi vatandaşlarına ABD mahkemelerinde dava açılabilmesini öngören yasa tasarısının Obama'nın vetosuna rağmen Senato tarafından kabul edilmesi Suudi Arabistan ile ABD ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur.
Her ne kadar Obama'dan sonra göreve gelen Donald Trump, ciddi hasar alan ilişkilerde kısmi bir düzelme sağladıysa da, bu durum konjonktürel ve aktör bazlı bir yönelimin ötesine geçememişti. Trump yönetimi, birçok anlamda zor dönemlerden geçen ve bir liderlik değişimi sürecinde olan Suudi Arabistan'a destek olarak bir anlamda bir kazan-kazan ilişkisi çerçevesinde politika izlemişti. Nitekim Trump, seçim sürecinde vaat ettiği ekonomik başarılara ulaşmak ve bir taraftan ihracatı artırırken bir taraftan da kimi endüstrileri canlı tutabilmek adına Suudi Arabistan'dan önemli finansman ve yatırım sağlamıştı. Bunun karşılığında ise Suudi Arabistan yönetiminde Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın konumunun güçlenmesine Washington tarafından destek verilmişti. Bu durumun büyük oranda Trump'ın dar çerçevede aldığı bir karar olduğu, ABD kurumlarında ve siyasi elitlerinde Muhammed bin Selman'a olan güvensizliğin varlığının sık sık gündeme gelmesiyle ortaya çıktı. 2017'de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın ülkesinin İstanbul'daki başkonsolosluğunda öldürülmesi ve bu olayda Muhammed bin Selman'ın sorumluluğunun olduğuna dair iddiaların ciddi alıcı bulmasının ardından bin Selman'ın ABD'deki siyaset çevrelerindeki algısı önemli biçimde değişmeye başladı. Nitekim Amerikan kurumları da Muhammed bin Selman'ın cinayetteki sorumluluğunu onaylar şekilde raporlar yayınlamışlardı. Bununla birlikte, Trump'ın ikinci kez seçilememesi ve sonrasında Joe Biden'ın göreve gelmesiyle ABD'deki yeni dış politika yapıcılarının Suudi Arabistan yönetimine karşı tutumunu sertleştireceği ortaya çıktı.
Bu anlamda krizin dozunu artırabilecek gelişmelerden birisi ise 11 Eylül saldırılarının 20. yıldönümü öncesinde Joe Biden yönetimine iç kamuoyunda yükselen çağrılardır. Özellikle, saldırılarda hayatını kaybedenlerin yakınları Biden yönetiminden 11 Eylül davalarının dosyalarına olan erişim gizliliğin kaldırılması ve bu belgelerin kurbanların aileleriyle paylaşılmasını talep etmişlerdi. ABD yönetimini Suudi Arabistan liderlerinin saldırılardaki sorumluluğunu gizlemekle suçlayan aileler, Biden'dan soruşturmayı şeffaflaştırmasını istemişti. İç kamuoyunda ciddi bir baskı unsuru haline gelen bu durum karşısında Başkan Biden ailelerin talepleri doğrultusunda hareket edeceğini belirterek ilgili birimlere söz konusu davalara ilişkin dosyalara olan erişim yasağının sona erdirilmesi talimatını vermiştir. Seçim kampanyası sırasında bu konuda kurbanların talepleri doğrultusunda hareket edeceğini taahhüt eden Biden, bu adımı atarak seçmenler nezdindeki güvenirliğini de güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Suudi Arabistan tarafında ise bu durum karşısında endişeli bir bekleyiş bulunmaktadır. Nitekim saldırı ile ilgili belirli dökümanların bazılarının Suudi liderlerin sorumluluklarına dair iddialar içerebileceği ve bu durumun iki ülke arasındaki güven krizini daha da derinleştirebileceği belirtilebilir. Son dönemde ABD'ye alternatif olması açısından Çin ve Rusya gibi küresel güçlerle ilişkilerini artıran Suudi Arabistan'ın Biden yönetiminin kendisine yönelik tutumunu sertleştirmesi sonrasında bu tür yeni işbirlikleri ve angajmanlarını artırabileceği söylenebilir.
Gerek bu gelişmelere yönelik beklentiler gerekse Biden'ın Trump'tan farklı bir çizgi izleyeceğinin ortaya çıkması üzerine Muhammed bin Selman, Biden'ın göreve gelişinin hemen ardından dış politikasında yeni bir yönelim benimseyerek birçok alanda önceki politikalarından farklılaşan bir tutum izlemeye başladı. Katar ile olan kriz sürecinde yumuşamanın başını çeken Muhammed bin Selman, Yemen'deki savaş konusunda da agresif tutumunu kısmen yumuşattı. Türkiye'ye karşı hasmane politikalardan da kademeli olarak geri adım adan Riyad yönetimi, bir taraftan da bozulan küresel imajını düzeltmek amacıyla ciddi bir lobicilik faaliyeti içerisine girdi. Bu faaliyetler büyük oranda ABD'de sürdürülürken Muhammed bin Selman'ın ABD'deki siyasi elitler nezdinde algısını olumluya döndürme amacı içerisinde olduğu görülmektedir.
Gelinen noktada ABD'de gerek cumhuriyetçi gerekse de demokrat olsun siyasi aktörlerin Muhammed bin Selman'ın Suudi Arabistan yönetimi içerisindeki konumundan ve bu roldeki olası geleceğinden ciddi anlamda şüphelerinin olduğu söylenebilir. Bu durumun en açık göstergesi Trump yönetimi sırasında hem Senato hem de Temsilciler Meclisi'nde birçok kez Suudi Arabistan'a olan silah satışlarının durdurulması ya da bu ülke ile istihbarat paylaşımının sona erdirilmesi gibi konularda yasa tasarılarının oylamaya sunulmuş olmasıdır. Bu tasarıların hem demokrat hem de cumhuriyetçi kanattan senatörlerin desteğini alması, Suudi yönetiminden duyulan genel rahatsızlığın göstergesidir. Son gelişmeler de hesaba katıldığında, 11 Eylül olayları gibi meselelerin de ikili ilişkilerde daha gergin dönemlerin olabileceğini göstermektedir.