1- Yeni hükümetin öncelikle ele alması gereken konular neler?
Önceki hükümet döneminde yaşanan uyum ve koordinasyon sorunlarından dolayı icraatlarda ve hizmetlerde bir yavaşlamanın gerçekleştiği bugün artık herkesin malumu olmuş bir konu. Bu nedenle aslında yeni hükümetin önünde duran her konu öncelikli. Teker teker konuların öneminden veya önceliğinden bahsetmek yerine aslında kalkınmacı ve atılımcı bir tavrın öncelik olarak düşünülmesi gerekiyor. Başbakan Yıldırım da hükümetin kuruluşu vesilesiyle yaptığı her konuşmada bu tavrın işaretlerini verdi. Kalkınmacı ve atılımcı bir tavırla, yani seri, hızlı ve sonuç odaklı olarak yönetim sisteminden yeni anayasaya, ekonomiden icraatlara, sosyal politikalardan sağlık alanındaki yatırımlara kadar her alanda hızla mesafe kat etmek gerekiyor. Nitekim yeni dönemde bunların işaretlerini görmeye başladık. Başbakan gayet kendinden emin bir tavırla, hiçbir komplekse kapılmadan kendisinin ve hükümetinin Cumhurbaşkanı ile ilişkileri konusunda yaptığı açıklama ile bir yandan artık bir koordinasyon ve çift başlılık krizi yaşamayacağımızın sinyalini vermiş oldu, diğer yandan da başkanlık sistemi ve yeni anayasa hakkında açıkladığı "mış gibi" olmayan kuvvetli görüşlerle koordinasyon ve uyumun kurumsallaşacağının sinyalini verdi. Aynı şeyi kalkınma ve ekonomi için de söyleyebiliriz. Kabinede ekonomi bakanlıklarının dağılımına baktığımızda, kalkınmacı tavır ön plana çıkmaktadır.
2- Partili cumhurbaşkanlığı Türkiye'deki sistem krizine bir çözüm olabilir mi?
Partili cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanının partisi ile ilişkisini kurarak şu an kişiler üzerinden yakalanmış olan koordinasyonu kurumsallaştırabilir yani bir kurala ya da usule bağlayabilir. Arkasına halk desteğini alan partinin adayı cumhurbaşkanı seçilir ve daha sonra yine meclis seçimlerinde aynı partinin çoğunluğu sağladığını varsayarsak hükümet de o partiden olabilir. Yani partili cumhurbaşkanı meclisten tek başına hükümet çıkabildiği durumlar için uyumsuzluk ve çift başlılık problemini çözebilir.
Ancak sistem krizlerinden çok çekmiş bir ülke olarak Türkiye'nin bu konuda daha deyim yerindeyse garantici davranması gerekiyor. Tek başına iktidarın mümkün olmadığı, bir koalisyon hükümetinin kurulduğu ve halk tarafından seçilmiş bir partili Cumhurbaşkanının olduğu senaryo yine kriz ve uyumsuzluk doğuracaktır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin yönetimde istikrarı sağlayacak, koalisyonlar defterini tümden kapatacak bir sistem değişikliğine, yani bir başkanlık modeline, ihtiyacı olduğu apaçık ortadadır. Ancak partili cumhurbaşkanlığı da başkanlığın sağlanamadığı bir ortamda şu anki sisteme göre ileri bir adımdır. Tamamen olmasa da, sistemin önemli bir kısmını krizden çıkartan, potansiyel tehlikelerin bir kısmını bertaraf eden bir adım olur.
3- Dış politikada yeni dönemde hangi alanlarda değişiklik beklenebilir?
Dış politikada değişiklik yapılması gerektiği yönünde hakim bir beklenti var. Suriye politikasında yaşadığımız sıkıntılı günler bu beklentinin ana nedeni. Türkiye, çökmüş iki tane devletle, Suriye ve Irak'la bin kilometrenin üzerinde bir sınırı paylaşıyor. Bu sınırın diğer tarafında DAİŞ ve PYD gibi terör örgütleri tarafından kontrol edilen topraklar var. Bu durumun dış politikada zor zamanlar yaşatması beklenmedik bir durum değil. Yaşanan zorluklara mukabil bir değişiklik hatta revizyon da gerekiyor ki uzun bir süredir Türkiye bu hamleleri yapmaktadır. Cumhurbaşkanı'nın dış politikada aktif olduğu bir sır değil ve burada Türkiye'ye yeni alanlar açacak manevralar yapılıyor.
Batı ile ilişkiler diyebileceğimiz alanda ise bugünden yarına bir değişiklik beklememek gerekmemektedir. Türkiye'nin "Dünya beşten büyüktür" demesi, AB'ye "Gerekirse sen yoluna ben yoluma" demesi bir tıkanmanın değil bir genişlemenin sancısıdır. Güçlenen Türkiye uluslararası sistemde kendisine yeni kulvarlar açmak istemektedir ve mevcut adaletsizlikler bu kulvarı açabilecek en uygun alandır. Onun için burada bir tıkanma değil olması gerektiği gibi ilerleyen bir süreç vardır. Türkiye bu söylemle hem ilkesel duruşunu devam ettirmekte hem de kendine yeni alan açmaktadır. Batılı muhatapları ise bu kulvarı Türkiye'nin kendilerinden ve demokratik değerlerden uzaklaştığı söylemi ile tıkamaya çalışmaktadır. Batı'dan gelen bu eleştirileri hakikat zannedip karalar bağlamak bu güç mücadelesini okuyamamaktan veya bunun üzerine küçük siyasi hesaplar bina etmeye çalışmaktan kaynaklanmaktadır. Bu anlamda başbakan değişimi olumlu bir adımdır. Binali Yıldırım'ın ve hükümetinin Cumhurbaşkanı'nın yürüttüğü bu stratejiye uyumlu hareket etmesi Türkiye'nin elini güçlendirecektir ve örneğin önceden olduğu gibi AB'den gelen "Bizim muhatabımız Erdoğan değildir" açıklamalarının artık imkanı kalmayacaktır.
Bunun yanında resme daha geniş bir perspektiften baktığımızda, yakın zamanda bu tür büyük organizasyonlar için neredeyse peş peşe diyebileceğimiz bir sıklıkta düzenlenen G20, İslam İşbirliği Teşkilatı ve en son Dünya İnsani Zirvesi gibi büyük organizasyonların Türkiye'de yapılması, dış politikada çizilmek istenen karamsar tablonun gerçekçi olmadığını da göstermektedir.
4- Terörle mücadele konusunda atılması gereken adımlar neler?
Zaten uzun süredir başarılı bir silahlı mücadele devam ediyor. Bu alanda iki öncelik ön plana çıkıyor. Birincisi operasyonların aynı etkinlikte ve kararlılıkta sürdürülmesi ki bu yeni hükümetin kendisine koyduğu bir hedef. Diğer mesele ise terörün tahripkar etkisiyle açtığı yaraların sarılması. Terörün vurduğu şehirlerin yeniden inşası, terör nedeniyle göç etmek zorunda kalan vatandaşların rehabilitasyonu ilk akla gelenler. Başbakan Yıldırım'ın icraatçı karakteri tam da bu noktada ortaya çıkan ve fark yaratması beklenen bir faktör. Açıklamalara, paketlere, ilkelere boğmadan bu noktada somut ve pratik adımlar atılması gerekiyor. Terörün mağdur ettiği insanlara bir an önce yeni hayatlarını eskisinden daha konforlu bir şekilde sunma imkanının verilmesi gerekiyor. Bu yapılmalı ki halkın operasyonlara verdiği destek, güvenlik kaygısı ile verilmiş bir destek olmanın çok ötesine taşınsın ve bölgede devlet-vatandaş ilişkisinin daha sağlıklı bir zeminde kurulmasına imkan sağlansın.
5- Yeni Başbakan Binali Yıldırım başkanlık sisteminin öneminden bahsetti. Meclisteki aritmetik dikkate alındığında yeni Başbakan ve AK Parti nasıl bir yöntem izleyecek?
Şu an içerisinde bir sistem değişikliğini de barındıran bir anayasa değişikliğine destek veren tek parti AK Parti ve AK Parti'nin de mevcut sandalye sayısı bir anayasa değişikliğini referanduma götürmek için gerekli olan 330'un altında. Öte yandan Binali Yıldırım'ın başbakan olma sürecinden sonra Türkiye'de bir sistem değişikliğine olan ihtiyaç daha belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Siyaset elitleri ve toplum böyle bir ihtiyacın olduğunu artık daha net bir şekilde gördü.
AK Parti bu ihtiyacı ve farklı çözüm önerilerini tartışarak bu meselede yol almaya devam edecek. Evet Meclis aritmetiği aşılmaz bir engel gibi duruyor ama siyaset dinamiktir. Dün sistem tartışmasına kesinlikle girmeyen aktörler bugün partili cumhurbaşkanlığı ve başkanlık alternatiflerini tartışıyor. Bir şey gerçekten ihtiyaçsa, toplum buna ikna olmuşsa ve iyi bir siyasi liderlik ile konu topluma anlatılırsa mesafe kat edilebilir. Bu noktada CHP'nin sistem değişikliği bağlamında "kan"dan bahsetmeye başlaması bile çok kötü bir siyaset olmasına rağmen resmin bütününe baktığında Türkiye'nin bu alanda mesafe kat etmesinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Bu tür kapsamlı değişikliklerde CHP'nin artık refleks haline gelmiş bir tavrıdır; önce sureti haktan görünerek ona karşı çıkmaya çalışır. Başkanlık sistemi için de aynı yanlışı yaptılar; Türkiye için uygun sistem olmadığını, parlamenter sistemin daha iyi olacağını söylediler. Ancak toplumsal ve siyasi ihtiyaç artıp vazgeçilemez bir noktaya geldiğinde, CHP suret-i haktan gözükmeyi bırakıp siyaset dışına çıkar. 2007'deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliğinde de CHP'nin izlediği taktik buydu. Bugün başkanlık tartışmaları için de CHP ikinci aşamaya geçmiş ve siyasi alanın dışına çıkmış gözüküyor. Bu CHP için kötü bir şey ama Türkiye'nin sistem krizini çözme yolunda mesafe kat ettiğini gösteren iyi bir gösterge.
Bu noktaya gelinmişken yeni Başbakan'ın ve AK Parti yönetiminin izleyeceği yöntem daha kararlı ve sahici bir şekilde "miş gibi" yapmadan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için siyaset üretmektir. Bu ihtiyaç siyasi olarak ne kadar iyi örgütlenirse, aşılmaz gibi duran meclis aritmetiğini aşmak o kadar kolaylaşır. Dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinde CHP teklife karşı olmasına rağmen toplumsal tepkiden çekinerek nasıl tutum değiştirdiyse, başkanlık sistemine geçiş ve yeni anayasa konusunda da CHP için olmasa da MHP için böyle bir tutum değişikliği mümkün olabilir.
6- Ekonomide bir müddettir bir patinaj durumundan bahsediliyor. Bunun aşılması yeni ne gibi politikalar önerilebilir?
Teknik detayları bir yana AK Parti'nin ekonomideki mucizesi üç temel ilkeyle özetlenebilir: Mali disiplini muhafaza etmek, üretim ve yatırımları artırmak ve oluşan zenginliği tabana yaymak. Bu ilkelerin gerektirdiği politikaların bir denge içerinde uygulanması gerekiyor. Ekonomideki patinaj görüntüsünün sebebi aslında bu dengenin bozulmuş, zincirin bazı halkalarının diğerlerinin önüne geçmiş olmasıdır. Türkiye mali disipline ve para politikalarına araçsal öneminin ötesinde bir önem verildiği bir ara dönem yaşadı. Merkez Bankası ve faizler etrafında yaşanan tartışma aslında bu dengenin tekrar kurulması tartışmasıydı. Bugün Merkez Bankasındaki değişimle bu sağlanmış gözüküyor. Dengenin para politikaları lehine değişmesi yatırım ve üretimde bir hız düşmesine veya yapılması gereken atılımların beklenen süratle yapılmamasına neden oluyordu. Yeni dönemde Binali Yıldırım figürü sayesinde bunun aşılması bekleniyor. Nitekim Yıldırım'ın başbakanlığına piyasalar olumlu tepki vererek bunu göstermiş oldular. Üretim ve yatırımın hızı azalınca zenginliğin tabana yayılmasında da aksaklıklar yaşandı. Türkiye büyümeden dağıtan bir tehlikeli bir döngüye girmişti ve bu döngü orta ve uzun vadede patinaja sebep oluyordu. Yeni dönemde bu dengenin tekrar kurulması ile mevcut patinaj görüntüsünden hızla uzaklaşmak mümkün olacaktır.