7 Ekim sonrası süreçte İran-İsrail mücadelesi görece yoğunluk kazanmış, bir diğer ismiyle gölge savaşlarının dinamiklerinde değişimler görülmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda İsrail'in 1 Nisan 2024 tarihinde İran'ın Şam Konsolosluğunu hedef almasına karşılık olarak düzenlenen İran'ın 13 Nisan'daki asimetrik saldırısı İran Devriminden bu yana devam eden İran-İsrail mücadelesinde yeni bir dönüm noktasına dönüşmüştür. Bu saldırıda İran ilk kez İsrail'i kendi topraklarında hedef almış ve bununla birlikte mücadeledeki angajman kurallarının değiştiği tartışılmaya başlanmıştır. Zira 13 Nisan saldırısına kadar İran, İsrail'e yönelik reaksiyonlarını daha çok üçüncü ülkeler (İran-İsrail haricindeki bölge ülkeleri, örneğin: Suriye, Lübnan, Irak) dahilinde vermiş, bu reaksiyonlar İran destekli vekil güçlerce ("Direniş Ekseni") gerçekleştirilmiştir. Ancak 13 Nisan saldırısında ilk kez doğrudan Devrim Muhafızları Ordusu'nun (DMO) rol aldığı ve İsrail'i doğrudan hedef alan bir saldırı düzenlenerek reaksiyon yerine misillemeye uygun bir karşılık verilmiştir.
Bu tarafıyla İran-İsrail mücadelesinde yeni bir dönüm noktası oluştuğunu söylemek mümkündür. Fakat söz konusu misillemeye uygun karşılık da görece hesaplı ve gerilim azaltıcı bir profile sahiptir. Bu durum bilhassa aktörlerin karşılıklı olarak yeni bir eşitlik durumu oluşturma girişimi şeklinde ele alınmıştır. İki tarafta karşılıklı olarak caydırma maksatlı kapasite gösterimine başvurmuş ve bir tür denklik oluşturulmuştur. Nitekim oluşturulan eşitlik yoluyla İran-İsrail mücadelesinin yeniden eski dinamiklerine dönmesi hedeflenmiştir. Denklik oluşturma ve yeni angajman kurallarının belirlenmesi bilhassa saldırı sonrası DMO komuta kademesince gündeme getirilmiştir. Ancak 13 Nisan saldırısından sonra her ne kadar angajman kurallarının değişimi yönündeki argümanlar yoğunluk kazansa da esasında İran-İsrail mücadelesindeki eğilimlerde bilhassa İran tarafında angajman kurallarını değiştirecek derecede yeni bir eğilim görülmemiştir.
Mücadelede değişimler ortaya çıkmış, bu değişimler daha çok nicelik ve nitelik bakımından somutluk kazanmıştır. İran-İsrail mücadelesi gölge savaşları formuna yeniden dönmüş bir diğer ifadeyle aktörler oluşan maliyetleri minimize etme gayesiyle bilinçli bir şekilde modus-operandi'ye (alışıla gelmiş usul/yöntem) yönelmiştir. Bu doğrultuda iki aktörün de en iyi bildiği yöntem olan, vekil güçlerle üçüncül ülkelerde (İran-İsrail harici bölge ülkeleri) gri alanlar dahilinde mücadeleyi sürdürmeye dönülmüştür. İran bölgesel vekil güçlerini 13 Nisan öncesinde de olduğu gibi asimetrik kapasitelere sıklıkla başvurmak suretiyle etkin şekilde kullanmıştır. Zira Haziran ayı içinde Suriye'de İsrail'in saldırılarında öldürülen DMO komutanlarına yönelik karşılıklar ileri sürülen yeni angajman koşullarında beklenilenin aksine vekil güçler yoluyla daha çok caydırıcı mesajlar dahilinde verilmiştir. 3 Haziran 2024 tarihinde İsrail'in Halep'i hedef alan hava saldırısında öldürülen DMO komutanına karşılık Yemen'de Husilerin asimetrik kapasitelerini geliştirmek ve güçlendirmek üzere yeni bir teknoloji transferi dahilinde gösterilmiştir. Nitekim 3-4 Haziran'da Husilerin balistik füze envanterinde bulunmayan hipersonik hızlara eriştiği ileri sürülen "Filistin" isimli İran menşeli katı yakıtlı balistik füzenin İsrail'in Eylat limanını hedef alan saldırıda kullanıldığı duyurulmuştur.
Dolayısıyla İran 13 Nisan öncesinde ve sonrasında İsrail'i ve ABD'yi vekil güçlerle hedef alan asimetrik saldırıların nicelik ve niteliğini kademeli olarak değiştirmiştir. Bu asimetrik saldırılarda yine üçüncül ülkeler ve gri bölgeler öncelenmiştir. İsrail de gölge savaşları dahilindeki stratejilerini İran'ın vekil güçlerini hedef almak üzere yeniden şekillendirmiştir. Bu kapsamda İsrail, 2018'den bu yana "Ahtapot" doktrinini güvenlik strateji ve pratiklerinde takip etmiş, bu doktrin hedefleri itibariyle Tahran başta olmak üzere İran içinde ağırlık kazanmıştır. Ahtapot doktrinine göre İsrail, İran'ın vekil güçlerini ("Ahtapotun Kollarını") hedef almak yerine İran'ı ("Ahtapotun Başını") kritik askeri kapasite ve kabiliyetlerini doğrudan hedef almalıdır. Ancak 7 Ekim sonrası süreçte bilhassa 13 Nisan sonrası dönemde İsrail'in İran'a yönelik güvenlik stratejilerinin uygulamaları başta Lübnan ve Suriye'nin güneyi olmak üzere üçüncül ülkeler dahilinde ağırlık kazanmıştır. Bu noktada İsrail'in İran'a yönelik güvenlik stratejilerinde Tahran'ı doğrudan hedef almak ABD'nin limitlerine göre şekillenirken vekil güçlere yönelik üçüncül ülkelerdeki hedefli operasyonlarda İsrail'in görece otonom bir strateji izlediği anlaşılmaktadır. Öyle ki bu durum gölge savaşlarının Tahran ve İran dışında devam etmesine olanak sağlamış, İsrail İran'a yönelik uyguladığı Ahtapot doktrinini vekil güçlerin başlarını hedef almak üzere yeniden şekillendirmiştir.
Diğer taraftan Tahran ve İran içinde İsrail'in fırsatlar dahilinde tabiatıyla anonim karakterli örtülü operasyonlarını sürdürdüğünü de söylemek mümkündür. Ancak bunlar oldukça sınırlı ve sonuçları itibariyle etki derecesi düşük operasyonlar olarak değerlendirilebilir. Tüm bu süreç dahilinde İsrail hem Ahtapot doktrinini hem de Savaşlar Arasında Yaklaşımını güvenlik pratikleri olarak 7 Ekim ve bilhassa 13 Nisan sonrası dönemin şartlarına adapte etmiştir. Yine Ahtapot doktrinine benzer şekilde "Ahtapotun Başı"nı İran destekli vekil güçlerin komuta kademesi olarak konumlandırmış, özellikle vekil güçlerin (Lübnan ve Suriye'de Hizbullah ve türevleri, Irak'ta Haşdi Velayeti Gruplar, Yemen'de Husiler) kritik askeri kapasite ve kabiliyetlerini sakatlamayı hedeflemeye başlamıştır. Bu durum Suriye ve Lübnan'ın güney kesimleri özelinde yoğunluk kazanmıştır. İsrail'in özellikle Haziran ayı içinde artış gösteren Hizbullah komuta kademesine yönelik Lübnan hedefli saldırıları bu karakteristiğe uygun bir görünüm sunmaktadır. Yine İsrail'in Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah'ı doğrudan tehdit eden söylemleri de vekil güçlerin komuta kademesinin "Ahtapotun başı" olarak konumlandırıldığına örnektir. Tüm bu gelişmeler İran-İsrail gölge savaşlarının emareleri olarak değerlendirilmekte, İran-İsrail gölge savaşlarının devam ettiğine, 13 Nisan sonrası oluşan bu yeni denkliğin üçüncül ülkeleri yeniden mücadelenin ağırlık merkezine getirdiğine işaret etmektedir. Hem İsrail hem de İran güvenlik strateji ve doktrinlerine göre kendilerinin doğrudan dahil olduğu kapsamlı büyük bir savaştan kaçınmaktadır.
Bu yüzden eğer bir savaş olacaksa bu savaşın İran ve İsrail'in sınırlarının dışında gerçekleşmesi iki aktöründe de fakto olarak uzlaştığı bir önceliktir. Nitekim aktörlerin ilk kez doğrudan karşı karşıya geldiği 13 Nisan saldırısında dahi bu çekince başvurulan askeri kapasiteler dahilinde açıkça gözetilmiştir. Söz konusu çekincenin iki aktör için önemli ve sınırlayıcı olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki 13 Nisan saldırısı sonrası yeni angajman şartlarının ilk testi niteliğinde olan 3 Haziran'daki İsrail'in Halep hava saldırısına karşılık İran "mütekabiliyet esasına" uygun bir misilleme gerçekleştirmemiştir. Bu örneklerde görüldüğü üzere aktörler mücadelenin ağırlık merkezini önceden de olduğu gibi üçüncül ülkelere taşımış, doğrudan maliyetlerden olabildiğince kaçınarak vekil güçlere ve üçüncül ülkelere maliyetleri yükleme eğilimlerini izlemiştir. Bu durum bölgesel kapsamda süre gelen İran-İsrail mücadelesinin 7 Ekim ya da 13 Nisan öncesi ve sonrası süreçteki değişmeyen en önemli karakteristiklerinden birini sunmaktadır.