11 Mayıs itibarıyla Türkiye koronavirüse karşı kontrollü normalleşme dönemine girdi. Alışveriş merkezlerinin, kuaförlerin ve güzellik merkezlerinin açıldığı; sokağa çıkma yasağına tabi vatandaşların belli gün ve saatlerde dışarıya çıkabildiği bu yeni dönem virüse karşı en katı tedbirlerin alındığı dönemin geride bırakıldığını gösteriyor. Fakat bu "normalleşme" dönemi, virüsten önceki gündelik hayatın rutinine geri dönüleceği anlamına da gelmiyor.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın bu dönemi "kontrollü sosyal hayat" olarak adlandırması da bu gerçeğe işaret ediyor. Zira virüsten önceki günlük yaşantıya geri dönmenin aylar belki de yıllar alacağı pek çok uzman tarafından ifade edilen bir husus. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak pek çok kurum ve kuruluş gerekli düzenlemeleri yapıyor. Pek çok üniversitenin yaz dönemi eğitimlerini de online platformlar aracılığıyla gerçekleştireceğini duyurması, bazı kurumların işe alım süreçlerini durdurması ve iş yerlerinin sosyal izolasyon kurallarına uygun bir şekilde dizayn edilmeye başlaması da Koca'nın "yeni hayatın normalleri" olarak adlandırdığı hususlarla paralel gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.
Kontrollü normalleşme dönemine geçişle birlikte bazı tartışmalar da yaşanıyor. Bu sürecin tedbirlerin gevşetilmesi demek olduğu ve virüsün yayılımını yeniden artıracağı eleştirileri yapılırken, Türkiye'nin diğer ülkelere kıyasla kontrollü normalleşme sürecine daha erken başladığı da vurgulanıyor. Bu noktada, dünya ülkelerinde vaka artış hızında azalmanın 8-10. haftalarda başlamasına rağmen Türkiye'de dördüncü hafta sonunda bu artışın başladığı gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye'deki kontrollü normalleşme süreci, diğer ülkelerle paralel bir şekilde ilerliyor.
Her ne kadar virüsün yayılımının kontrol altına alınmaya başladığı ilk dönemde hükümete ve kamu kurumlarına büyük bir sorumluluk düşse de kontrollü normalleşme döneminde esas sorumluluğun bireylerde olduğu unutulmamalıdır. Bu süreçte fiziksel şartların uyumu kadar sosyo-psikolojik uyumun da önemli olduğu biliniyor. Bu bağlamda bireylerin geçiş döneminin gerekliliklerine uygun olarak kontrollü yaşama alışkanlıkları geliştirmeyi ve sosyal izolasyon kurallarına uyumu elden bırakmaması gerekiyor.
Virüse karşı mücadelede hayati bir öneme sahip olan kontrollü normalleşme döneminde küresel iş birliğine yönelik ihtiyacın artabileceği de göz önünde bulundurulmalı. Geçmiş pandemi tecrübeleri, küresel iş birliği eksikliğinin virüsün yayılımını önlenemez boyutlara getirdiğini göstermişti. Örneğin, 1918-1922 İspanyol Gribi pandemisi esnasında ilk dalganın ardından her ne kadar ülkeler tedbir almaya devam etse de Avustralya'nın yaz mevsimi sebebiyle tedbirleri büyük ölçüde kaldırması virüsün dünya üzerinde yeni bir dalga halinde tekrar yayılmasına yol açmıştı. Her ne kadar koronavirüs sonrası dönem bazı uzmanlar tarafından küreselleşmenin sonu olarak adlandırılsa da virüsün tamamen ortadan kalkmasının küresel iş birliği olmadan imkansız olduğu da geçmiş pandemilerde de tecrübe edilmişti.
Dolayısıyla yeni hayatın normallerinin oluşacağı bu yeni dönemdeki dinamikleri de değişen koşullar çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Bu süreçte yalnızca bir ülkede kontrollü normalleşmenin değil, her ülkede kontrollü bir sürecin yürütülmesinin virüsle mücadelede başarı sağlayacağı akılda bulundurulmalıdır. Fakat bunun ötesinde, bireylerin de süreçte sorumlulukla hareket etmesinin ve sosyal izolasyon kurallarına uygun olarak yaşamanın virüsle mücadelede en önemli etken olduğu unutulmamalıdır.