2007 yılından beri Gazze'nin yönetimini elinde bulunduran HAMAS'ın askeri kanadı olan İzzeddin El Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahı erken saatlerde başlatmış olduğu Aksa Tufanı ismi verilen sürpriz saldırısıyla İsrail'e büyük bir hezimet yaşatmıştır.
Saldırının zamanlaması ve kullanılan yöntemler itibarıyla 1973 Yom Kippur Savaşı'nın benzeri olarak nitelenen Aksa Tufanı, bu haliyle İsrail'in 11 Eylül'ü olarak yorumlanmıştır. Zira günün sonunda İsrail'in en son 2006 yılında Hizbullah ile girdiği çatışmada yaşadığı yenilgiden daha ağır bir durum ortaya çıkmıştır.
Saldırıyla İsrail'in 75 yıldır devam eden işgal politikalarının, genel olarak Filistinlilerin ve özel olarak HAMAS'ın direniş gücünü ortadan kaldırmaya yetmediğini, bilakis uygulanan baskı ve tedhişin, Filistinlilerin direncinin daha da konsolide edilmesine ve İsrail'e duyulan öfkenin artmasına yol açtığını söylememiz mümkündür.
Aksa Tufanı saldırısının İsrail'deki yansımalarının neler olduğunu izah etmeye çalışırken söylenmesi gereken ilk şey, İsrail'in güvenlik mitinin büyük zarar gördüğü ve İsrail güvenlik mimarisinin kısmi de olsa felç olduğu olacaktır. Keza saldırının ilk saatlerinden nerdeyse ikinci gün sonuna kadar İsrail istihbaratı ve güvenlik güçleri tam olarak neye maruz kaldıklarını dahi anlayamamışlardır.
İsrail istihbaratı ve ordusunun yıllara sâri olarak gerçekleştirdiği operasyonlar nedeniyle kazandığı caydırıcılık ve düşmanlarının nezdindeki dokunulmazlık algısı, bu saldırıyla yerle yeksan olmuştur. Daha düne kadar İran içlerinde nokta operasyonlar gerçekleştirebilen, dünyanın farklı bölgelerindeki HAMAS komutanlarını veya İran uyruklu hedefleri bulup, infaz edebilen istihbarat örgütleri (Mossad, Şin Bet veya Aman), burunlarının dibindeki saldırı hazırlığını fark edememiş ve en önemlisi önleyememişlerdir.
Bu nedenle Aksa tufanı saldırısının en çok İsrail istihbaratına zarar verdiği söylenebilir. Zira artık her şeyi bilen, duyan ve gören bir istihbarat örgütü olma iddiasını kaybederek büyük bir prestij kaybına uğramıştır.
İkinci kaybeden ise İsrail ordusu olmuştur. İsrail ordu birlikleri Gazze sınırı boyunca konuşlanmış olmalarına, her türlü teknolojik izleme ve takip imkânlarına sahip olmalarına rağmen 7 Ekim sabahı gerçekleşen saldırıya hazırlıksız yakalanmış ve faka basmışlardır. Verilen ağır kayıpların yanı sıra, sorumlu oldukları bölgelerdeki sivil yerleşimleri koruyamadıkları ve hızlı karşılık veremedikleri için de "güçlü ordu" imajı yıkılmış ve caydırıcılıklarını kaybetmişlerdir.
Şüphesiz bir diğer kaybeden de İsrail hükümeti olmuştur. Başarısızlığın hükümet içerisindeki en önemli muhatabı da kuşkusuz Başbakan Netanyahu'dur. Zira hakkındaki yolsuzluk davaları ve yargı reformu protestoları nedeniyle güvenlik bürokrasisini kendisine darbe hazırlamakla suçlayan Netanyahu, siyaset ile güvenlik bürokrasi arasında büyük bir gerilime sebep olmuştur. Son dönemde yedek askerlerin Netanyahu'nun aşırı sağ destekli hükümetinden emir almamak için tekrar göreve çağrıldıklarında, orduya hizmet etmek hususunda isteksiz davranması ve bazı komutanlarından da hükümetin uygulamalarından duydukları rahatsızlık nedeniyle istifa etmeleri eklenince, hükümetin güvenlik kurumlarının başarısızlığı üzerindeki rolü daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Ordu komutanlarının devam eden protestoların ülke güvenliğini tehdit ettiği ve bu durumun ülkeyi zayıflattığı iddiasıyla, kendisi de eski bir asker olan Savunma Bakanı Gallant'a başvurmalarına rağmen, taleplerinin Netanyahu tarafından dikkate alınmaması ve yargı reformunda ısrar edilmesi, hükümet ile ordu arasındaki son köprülerin de yıkılmasına yol açmıştır. Kurumlar arasındaki bu güvensizliğin sahadaki askerlere yansımaması mümkün olmadığından, ortaya çıkan zafiyetin en önemli müsebbiplerinin, askerlerin moral ve motivasyonlarını olumsuz etkileyen Netanyahu ile Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırı sağcı ortakları olduğu söylenebilir.
Kayıplar arasında belki en çarpıcı olan ise, İsrail'in önümüzdeki dönem uluslararası mahkemelerde başını ağrıtacak olan açıklamalar yapan Savunma Bakanı Gallant olmuştur. Zira Gallant, ordunun savaş durumunda dahi uyması zorunlu olan uluslararası hukuktan kaynaklı kuralları kaldırdığını ve ordunun herhangi bir kısıtlayıcı angajman kuralı olmadan Gazze'ye saldırması emrini verdiğini ifade etmiştir. Gazze'ye giden elektrik ve suyun yanı sıra yiyeceğin de kesilmesi emrini veren Gallant, bu itibarla bir nevi soykırım emri vermiştir. Gallant'ın sözleri Cenevre Sözleşmesine ve BM Evrensel İnsan Hakları Beyannamesine aykırı olup, bariz bir savaş suçudur. Bu sebeple eninde sonunda Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargılamasına maruz kalacaktır.
Kaybedenler listesinin sonunda ise, kısmen de olsa Demir Kubbe hava savunma sistemi gelmektedir. Zira Demir Kubbe saldırının ilk günü fırlatılan 5 bin roketin hepsini engelleyememiş ve yakalamış olduğu %90 başarıya rağmen, fırlatılan füzelerin %10'luk kısmının İsrail topraklarına düşmesi sonucu şimdiye kadarki en fazla zayiat meydana gelmiştir. Saldırının altıncı gününde azalarak da olsa roket atışları devam etme olup, muhtemelen Demir Kubbe'deki yorgunluk nedeniyle yer yer yerleşim bölgelerine düşen roketlerle karşılaşılmaktadır. Bu da sistemin iyi ama sürdürülebilirlik bakımından mükemmel olmadığını göstermiştir.
Aksa Tufanı saldırısı İsrail'de pek çok sorunu ortaya çıkarmış olsa da bazı konularda da kısa süreliğine bile olsa kazanımlara yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi ise toplumda bir toparlanma ve birlik havasının oluşması olmuştur. Hükümet protestoları ve orduda görev almaktan imtina etme eğilimlerinde bariz bir azalma olmuş, hatta hükümetin yedek askerleri göreve çağıran açıklamaları önemli ölçüde karşılık bularak, kısa sürede 300 bin yedek asker silah altına alınmıştır.
Bir diğer kazanç ise, Netanyahu'ya karşı kişisel soğukluğu nedeniyle İsrail'in İran'a daha fazla baskı yapılması ve hatta saldırılması taleplerini görmezden gelen ABD yönetiminin, bu saldırılardan sonra şartsız/koşulsuz bir şekilde, hem askeri hem siyasi hem de medya gücüyle İsrail'in yanında ve arkasında durması olmuştur.
Benzer bir şekilde İsrail'in işgal politikası eleştiren Avrupa Birliği de, İsrail'e karşı eleştirel tutumunda önemli bir değişikliğe giderek, Gazze'ye yönelik saldırılardaki insan hakları ihlalleri ve büyük oranda sivil kayıplara rağmen İsrail'i desteklemeye başlamıştır. Saldırının ilk gününden itibaren Hamas'ı sivil kayıplar nedeniyle eleştiren Avrupa medyası, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılardaki sivil kayıpları ve savaş suçlarını karartarak görmezden gelmiştir.
Tüm bunlara ilave olarak, İsrail'in Hamas'ın saldırısına orantısız bir güçle karşılık vererek daha kara harekâtı başlamadan, Gazze'de büyük bir sivil katliamına imza atması, bölgedeki normalleşme ve işbirliği çabalarını da durma noktasına getirmiştir. İsrail'in bu kural tanımaz adımları, İbrahim Anlaşması kapsamında bazı Arap ülkeleriyle başlayan normalleşme sürecini sürdürülemez hele getirirken, yakın zamanda Suudi Arabistan ile imzalanması beklenen normalleşme anlaşmasını imkânsız hale getirmiştir. Ayrıca kısa süre önce açıklanan Hindistan-Ortadoğu ve Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC)'nun da henüz hayata geçmeden çöpe gittiğini söylemek mümkün hale gelmiştir.
Gazze'ye yönelik orantısız güç kullanılması, Batı Şeria'da bulunan Filistinliler ile İsrail vatandaşı olan Filistinlileri de ziyadesiyle rahatsız etmiş ve bu bölgelerde de yeni çatışmaların kapısını aralamıştır. Buna mukabil İsrail ile geçmişten gelen bir hesabı olan Hizbullah da, İsrail'e yönelik roketler fırlatmaya başlayarak, Gazze saldırısının devam etmesi halinde çatışmaların genişleyebileceği mesajını vermiştir. Dolayısıyla İsrail'in tam bölgeye entegre olmaya başladığı bir dönemde Filistinlilere yönelik orantısız güç kullanması, İsrail halkına huzur değil; savaş, acı ve gözyaşından başka bir şey kazandırmayacaktır.
İsrail'in karşılaşabileceği bir diğer meydan okuma ise, çıkacak bölgesel bir çatışma durumunda Doğu Akdeniz'deki doğalgaz kaynaklarının zarar görmesi ihtimalidir. Burada tesis edilen deniz platformları açık hedef geline gelebilecek ve buradan gelen gazın kesilmesi halinde, elektrik üretiminin %70'ini gazdan elde eden İsrail'in sanayisi ve doğal olarak ekonomisi de olumsuz etkilenecektir.
Sonuç olarak, Aksa Tufanı sonrası İsrail'deki güvenlik ve istihbarat kurumlarıyla hükümet, süreçteki rolleri nedeniyle itibarlarını kaybederken, İsrail'in güvenlik mimarisinin sorgulanmasına ve muhtemelen yeniden tanzim edilmesine giden bir sürecin de yolu açılmıştır. Buna mukabil saldırı, toplumdaki ideolojik farklılıkları kısa bir süre için olsa bile ortadan kaldırmış ve İsrail halkı kendilerine yönelik saldırıya misliyle cevap vermek için bir araya gelmiştir. Toplumda hala Netanyahu'ya karşı yoğun bir tepki devam etmekte olup, kurulan olağanüstü durum hükümeti ve savaş kabinesinin görevlerini tamamlamasını müteakip dağılması ve ülkenin yeniden seçim atmosferine girmesi söz konusu olabilecektir.
Hamas'ın Aksa Tufanı saldırısı, sebep olunan sivil zayiat nedeniyle ne kadar eleştiriyi hak etse de, İsrail'in buna karşılık Gazze'ye yönelik başlattığı saldırılarda sivil hassasiyet gözetmeden toptan cezalandırmaya giderek soykırım yapması, insanlığa karşı işlenen suç mahiyetindedir ve bu haliyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin görev alanına giren bir cürümdür.
Ez cümle, Filistinlilerle iki devletli bir çözüm temelinde barış sağlanmaması durumunda bu gibi çatışmaların devam edeceği ve bunun da bölgede huzur ve güvenliği imkânsız hale getireceği unutulmamalıdır.