İsrail'de Kasım 2022'de yapılan seçimler sonunda Netanyahu'nun kendisine destek veren aşırı sağcı ve dinci partilerle kurmuş olduğu hükümetin göreve başlamasıyla birlikte, içerisinde muhalefet partilerinin de yer aldığı ülkenin sol ve liberal kesimleri protestolara başlamıştı.
Bu protestolarda; hükümetin aşırı sağ kanadını oluşturan Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich'e verilen bakanlıklardan tutun, İsrail'in bağımsızlık bildirgesindeki eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik değerlerden uzaklaştırılmaya matuf eylem ve söylemler eleştirilmekte ve İsrail devletinin mevcut seküler yapısından Yahudi şeriatıyla yönetilen bir devlete dönüştürülmeye çalışılmasına karşı çıkılmaktaydı.
Bunun yanı sıra, hakkında yolsuzluk davaları devam eden Netanyahu'nun; yasamayı, güvenlik güçlerini ve yargıyı manipüle ederek, kendisine dokunulmazlık sağlamaya yönelik girişimleri de göstericilerin hedefindeydi.
Ocak ayında adalet bakanı Yariv Levin'in Meclise sunduğu yargı reformu paketi ise tabiri yerinde ise bardağı taşıran son damla oldu. Adalet Bakanına göre, bu tasarı yargının ve özellikle yüksek mahkemenin hükümet üzerindeki vesayetini sonlandırmayı amaçlamaktaydı. Ancak yüksek mahkemenin kanunlar üzerindeki denetimini sınırlayan, başbakanın görevden alınmasını neredeyse imkânsız hale getiren, yüksek mahkemeye yargıç atama usulünü yeniden dizayn ederek üye seçiminde asıl yetkiyi hükümete veren ve bu sayede yargı gücünü devreden çıkararak hükümeti kontrol edilemez bir hale getiren bu tasarı, başta muhalefet olmak üzere hükümet karşıtları tarafından rejim değişikliği girişimi olarak algılandı.
Hükümetin, başta Cumhurbaşkanı Herzog'un olmak üzere, eski askerler, bürokratlar, diplomatlar ve istihbarat şefleri tarafından yapılan reformdan geri dönülmesine yönelik uyarı ve telkinlere kulağını tıkayarak süreci ilerletmesi üzerine, toplumun farklı kesimlerinden gelen tepkiler arttı ve hükümetin kararlarına yönelik sivil itaatsizlik çağrıları yapıldı. Bu çağrılar üzerine protestoların dozu artarak ülke geneline yayıldı.
Kalabalıkların ilk yoğun tepkisi ise ulusal güvenlik bakanı Ben Gvir'in, emniyet müdürüne danışmadan Tel Aviv polis müdürünü görevden alması üzerine yaşandı. Zira Tel Aviv Polis Müdürü, personeline yönelik olarak yapmış olduğu bir konuşmada göstericilere kötü davranılmamasını, bilakis onların korunması gerektiğini söylemişti. Ben Gvir ise bunu kendi otoritesine yönelik bir kalkışma olarak algılamış ve Polis Müdürünü hukuka aykırı bir şekilde görevden almıştı. Ancak gelen tepkiler ve yargının müdahalesiyle bundan geri dönmek zorunda kaldı.
Protestoların 12. haftasına tekabül eden 25 Mart Cumartesi günü, yaklaşık 600 bin kişi sokaklara çıkarak hükümeti İsrail'in kuruluş değerlerine saygı göstermeye davet etti. Tepkilerin ciddiyetini göstermek için pek çok kesimde grevler başladı ve İsrail'de hayat durma noktasına geldi. Bunun yanı sıra, bazı yedek askerler bu hükümetin emrinde görev yapmayacaklarını açıklayarak, askerlik görevlerini yerine getirmeyeceklerini duyurdular. Bu akımın diğer askeri birimlere hatta polis ve istihbarat teşkilatlarına yayılması üzerine ülkenin güvenlik bürokrasisinde alarma zilleri çalmaya başladı.
Bunun üzerine emekli bir asker olan savunma bakanı Yaov Gallant'ın bir açıklama yaparak, "protestolar ve eylemler nedeniyle ülke güvenliğinin tehlike altında olduğunu, bu yüzden yargı reformundan vazgeçilmesi gerektiğini" söylemesi toplumda olumlu karşılanırken, başbakan Netanyahu tarafından ihanet olarak görüldü ve savunma bakanı görevden alındı. İşte bu saatten sonra protestocular spontane bir şekilde meydanlara akmaya başladı ve 26 Mart gecesi boyunca hükümet ve Netanyahu şiddetle protesto edildi.
Artık hedef sadece yargı reformu değildi. Gallant'in görevine iade edilmesi ve Netanyahu'nun istifa etmesi talep ediliyor ve Başbakanın evinin önü yangın yerine çevriliyordu. İsrail belki de tarihinde ilk defa bu kadar ayrışıyor ve kutuplaşma ülkeye zarar verir hale geliyordu. Meydanlardaki halk güvenlik güçleriyle çatışırken, bazı güvenlik güçleri ise mevcut hükümete hizmet etmeyi ret ederek, protestocuların tarafına geçiyordu.
Sendikalar, sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları ve ülkenin akil insanlarından gelen, "hükümet geri adım atana kadar eylemlere devam edilmesine" yönelik açıklamaların yanı sıra başta ABD yönetimi ve burada konuşlu diaspora örgütleri olmak hem bölge ülkeleri hem de İsrail'in batılı müttefikleri Netanyahu'dan reformu durdurmasını talep ediyorlardı.
Netanyahu'nun önünde sadece iki seçenek kalmıştı. Ya yargı reformunda direterek ülkesini yalnızlaştıracak ve kuvvetle muhtemel bir iç savaşa yol açacak ya da reformu durdurarak bir orta yol bulmaya çalışacaktı. Ancak hükümetin aşırı sağcı ortakları geri adım atılmasını kabul etmiyor ve geri adım atılması halinde hükümetten çekileceklerini ifade ediyorlardı. Dolayısıyla Netanyahu iki ateş arasında sıkışmıştı.
Yoğun istişareler ve pazarlıklar sonunda aranan formül bulundu ve Ben Gvir, kendi emrinde kurulacak bir milis gücü karşılığında ikna edildikten sonra reformun yaz dönemine kadar durdurulduğu açıklandı. Kendisine yönelik istifa taleplerini görmezden gelen Netanyahu, aynı açıklamada gösterilerin ve grevlerin sonlandırılmasını talep ederek hükümetin görevinin başında olduğunu söyledi.
Bu açıklama meydanlardaki tansiyonu düşürdü ve kritik iş kollarındaki grevler sonlandırıldı. Ancak muhalefetin Netanyahu ve hükümetiyle, onların icraatlarına yönelik protestolara devam edeceği anlaşılıyor. Zira artık Netanyahu'nun meşruiyetinin kalmadığını düşünüyorlar ve tadını aldıkları protestoların gücü sayesinde Netanyahu'yu devirebileceklerini hesap ediyorlar. Fakat Netanyahu da kendi destekçilerine güveniyor ve azınlık olarak gördüğü protestocuların çoğunluğa tahakkümünü kabullenmiyor.
Şimdi gözler Ben Gvir'e söz verilen milis gücünün ne şekilde teşekkül ettirileceği ve görev kapsamının ne olacağında. Ancak medyaya sızan taslakta net ifadeler olmaması, bu yapının Ben Gvir'in özel gücü olacağı şeklinde yorumlandı ve yeni bir tartışmanın fitili ateşlendi. Önümüzdeki günlerde bu konu daha da netleşecek ve tasarının meclisten geçmesi halinde İsrail'in de İran'daki Besiç gibi bir milis gücüne sahip olacak. Bu gücün gösterileri bastırmak için Yahudilere karşı mı yoksa İsrail'in Batı Şeria'daki işgal pratiklerini desteklemek maksadıyla Filistinlilere karşı mı kullanılacağı bugünün en çok merak edilen konusu.
Ayrıca muhalefetin ortaya attığı yeni bir iddianın önümüzdeki günlerde tartışılması bekleniyor. Buna göre, bu olaylar İsrail'in bir anayasaya ihtiyacı olduğu göstermiştir. Hükümetlerin keyfi uygulamalarını sınırlayacak, demokratik normları ve kurumları koruyacak, güçler ayrılığını güvence altına alacak ve devletin seküler yapısını, parlamenter sistemini muhafaza edecek bir toplum sözleşmesinin zamanı gelmiş gözüküyor. Ancak mevcut kutuplaşmada bunun nasıl başarılacağı ise ayrı bir sorun.
Şimdilik geçici olarak durdurulan yargı reformunun yaz döneminde tekrar gündeme gelmesi protestoların kaldığı yerden devam etmesine yol açacaktır. Hükümetin toplumla konuşmadan, onların fikrine başvurulmadan yapacağı kanuni düzenlemeler toplumsal barışı getirmeyecek, bilakis daha sert ve yıkıcı çatışmalara yol açabilecektir. Bu durum İsrail bölgedeki ve dünyadaki pozisyonunu olumsuz etkileyeceği gibi, iç karışıklıklar nedeniyle zayıf düşecek İsrail, dışsal tehditlerin de hedefi haline gelebilecektir.
Fakat sonuç ne olursa olsun son yaşananlar göstermiştir ki, iddiaların aksine Netanyahu gibi birinin iktidar gücünü kullanarak yasaları ve kurumları kendi çıkarlarına göre tanzim etmeye çalışması ve bunun için toplumdaki marjinal kesimleri mobilize etmesi, İsrail'in demokratik devlet imajıyla bağdaşmamaktadır.
Tercih İsrail halkının olup, her şeye rağmen mevcut hükümetle devam edilmesine veya rejimlerine sahip çıkılmasına kendileri karar verecek ve bunun sonuçlarına katlanacaklardır.