İran'ın nükleer faaliyetlerini denetlemek amacıyla 2015 yılında P5+1 ülkeleri ile İran arasında varılan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP-JCPOA) olarak adlandırılan çok taraflı anlaşma, Donald Trump'ın 2016 yılında ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte önce işlevini kaybetmeye başlamış ardından Trump'ın 2018 Mayıs'ında anlaşmadan tamamen çekilmesiyle anlamını tamamen yitirmişti. Anlaşmanın ardından ABD dışındaki katılımcıların ekonomik taahhütlerini yerine getirmesini bekleyen İran bu alanda da istediğini elde edemeyince bir yılın ardından aşamalı olarak kendi taahhütlerini askıya almaya başlamış ve bunun neticesinde nükleer faaliyetlerini nitelik ve nicelik olarak artırmaya koyulmuştu. Daha sonraki süreçte ABD ve İsrail başta Kasım Süleymani suikastı olmak üzere İran içinde ve dışında İran'ın stratejik kişi ve kurumlarına yönelik çok sayıda saldırı ve sabotaj gerçekleştirmiş ancak bu durum Tahran'ın nükleer faaliyetlerini ya da çeşitli çevrelerin ısrarla dile getirdiği balistik füze teknolojisindeki gelişmeleri durdurmaya yetmemişti.
2020 yılındaki ABD Başkanlık seçimlerini Demokrat Joe Biden'ın kazanmasının bölgede en çok İran'ı rahatlattığı ileri sürebilir. Zira öncelikle Trump hükümetinin uyguladığı ve İran ekonomisini felç etme noktasına getirmiş olan Maksimum Baskı politikası sonlanmış oldu. Biden henüz yaptırımları kaldırmadı ancak başta petrol satışı olmak üzere İran ekonomisinin temel gelir kalemlerindeki ticarete göz yumdu ve İran'ın küresel salgının da etkisiyle durma noktasına gelen dış ticareti 2021 yılı içinde ciddi oranda artış gösterdi. Diğer yandan bölgesel gelişmeler açısından bakıldığında Trump'ın hararetle desteklediği İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki yakınlaşma süreci en önemli hamisini kaybetmiş oldu.
Biden her ne kadar 2015 anlaşmasına hemen dönmediyse de İran içi dengeler nedeniyle İbrahim Reisi'nin cumhurbaşkanlığıyla hızlanan ve Viyana'da gerçekleştirilen yeni tur müzakerelerde Şubat ayı itibariyle sona gelinmiş durumda. Henüz nihai uzlaşı sağlanmadığı için teknik detaylar bilinmiyor ancak İran'ın uranyum zenginleştirmesinin ve yakıt stokunun limitleri gibi hususların önemli başlıklar olduğu aşikâr. Buna karşılık İran tarafı ise başta petrol satışı olmak üzere rahat şekilde dış ticaretini yapabilmek ve döviz transferi konusunda sorun yaşamamak istiyor. Bilindiği üzere Kore, Japonya ve Irak gibi ülkelerde İran'ın on milyar dolardan fazla alacağı bulunuyor ve bankacılık istemindeki yaptırımlardan dolayı bu paraları transfer etmekte ciddi şekilde zorlanıyor. Küresel salgının şiddetlendirdiği ekonomik kriz içindeki ülkede Reisi'nin nispi bir rahatlık sağlaması için bu varlıkları ülkeye aktarabilmesi oldukça önem taşıyor. Söz konusu ekonomik rahatlama muhafazakâr kesimlerin anayasa değişikliği ya da yeni rehber seçimi gibi gelecek projeksiyonlarını hayata geçirebilmeleri için de hayati öneme sahip.
Viyana anlaşması İran içi güç dengelerini etkileyecek olmasına rağmen asıl etkisi bölgesel politikalar konusunda olabilir. Hatırlanacak olursa hem Trump hem de en azından ilk altı ayında Biden yönetimi İran'ın bölgesel politikaları ve balistik füze teknolojisinin de müzakere masasına yatırılması konusunda ısrarcıydılar. Ancak İran iki dönemde de bunu reddetti ve bugün gelinen noktada söz konusu ABD ısrarının kalmadığı anlaşılıyor. Biden yönetimi bunun yerine bölge ülkelerine yönelik deyim yerindeyse "kendi aranızda çözün" yaklaşımını benimsemiş durumda. Suudi Arabistan bu amaçla Bağdat üzerinden İran ile görüşmelere başlamışsa da şu an itibariyle herhangi bir somut ilerleme sağlanmış değil. 2016 ocağında Şii din adamı Şeyh Nimr'in idamından beri kopuk olan ilişkiler Yemen savaşıyla birlikte iyice karmaşık bir hale geldi dahası ikili gerilimden çıkarak bir yandan BAE ve Bahreyn'i diğer yandan Hizbullah, Ensarullah ve Irak'taki vekil örgütleri de içine alan askeri bir kamplaşmaya dönüştü. İran'ın görüşmelerde geri adım atmaması aksine görüşmeler sürerken Suudi Arabistan ve BAE'ne yönelik füze saldırılarının yoğunlaşması muhtemel bir nükleer anlaşmadan sonra İran'ın bölgesel hamlelerinin genişleyeceği şeklinde yorumlanabilir.
Yeni dönemin farkında olan aktörlerden BAE daha dinamik ve esnek davranıp İsrail ile yaptığı İbrahim Anlaşmasının maliyetini düşürebilmek amacıyla Türkiye ve İran ile bir yakınlaşma çabası içine girmiş durumda. Türkiye ile ilişkilerde nispi bir iyileşme sağlanırken İran tarafından BAE veya Suudi Arabistan'a henüz bir iyi niyet göstergesi gelmiş değil. Aksine füze ve SİHA saldırılarının artması İran'ın hem Yemen savaşı hem de İsrail ile olan ilişkiler konusunda geri adım atmayacağını düşündürüyor. Bu durum Tahran'ın neden bölgesel politikalarını dış aktörlerle müzakere etmediğini de açıklıyor. Obama dönemindeki anlaşmayı Suriye ve Irak'taki varlığını güçlendirmek için kullanan ve bölgeye ciddi kaynak aktaran Tahran muhtemelen içerideki ciddi sıkıntılara rağmen yeni dönemde de benzer şekilde vekillerine olan mali desteğini artıracaktır. Özellikle Kasım Süleymani'nin öldürülmesi ve ağır yaptırımların uygulanması ile eş zamanlı olarak Irak'taki nüfuzunda yaşadığı tedrici ancak sürekli kaybı telafi etmek isteyebilir. Yine Suriye'de Rusya'ya kaptırmak zorunda kaldığı nüfuzun alanlarını artırmak için Esed rejimine bir takım ekonomik yardımlarda bulunabilir.
Sonuç olarak, gerek İsrail'in muhalefeti gerek Kasım ayındaki Kongre seçimleriyle iyice belirginleşecek olan ABD içi dengeler, gerekse de İran'ın nükleer devlet olma eşiğine çok yaklaşmış olmasından ötürü Viyana'daki anlaşmanın uzun vadeli, kapsamlı ve kalıcı bir anlaşma olması zor görünüyor. Her halükârda İran'ın elde ettiği bu rahatlamayı, gidererek sertleşen küresel (ABD-Çin) ve kıtasal (İngiltere-Rusya) güç mücadelesindeki fırsatları değerlendirerek, karşı cephenin zayıf halkası olarak gördüğü aktörler üzerindeki baskısını artırma yoluyla bölgesel hedeflerine yaklaşmak için kullanacağı öngörülmektedir. Yine de İran'ın kuzey ve doğu cephesindeki son gelişmeler hesaba katıldığında yeni dönemde çok fazla aktörle karşı karşıya gelmesi aynı zamanda Tahran için yeni meydan okumalar anlamına da gelecektir.