Avrupa Birliği'nin (AB) tepe yönetimi ile üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanları, geçen ay sonunda Brüksel'de yoğun bir gündemle toplandı. Koronavirüs salgını sebebiyle uzun zaman sonra yüz yüze gerçekleştirilen iki günlük toplantıda bir araya gelen liderlerin, daha çok dış politika konularına ağırlık verdikleri görülüyor. Öyle ki ilk günkü görüşmelere dair yayınlanan sonuç bildirgesinin neredeyse tamamının Türkiye ve Rusya ile ilişkilere ayrılması, bunu doğrular nitelikte.
İki günlük zirvenin en önemli gündem maddelerinden biri, beklendiği gibi aday ülke Türkiye ile ilişkilerin gidişatı oldu. Zirve öncesinde, aslında Almanya Başbakanı Angela Merkel ve İtalya Başbakanı Mario Draghi, sürpriz şekilde Türkiye ile göç mutabakatının yenilenmesinden yana olduklarını açıklayarak, iş birliği sinyalleri vermişlerdi. Bu bağlamda özellikle Merkel'in, eskiye nazaran etkisi kısmen azalmakla birlikte hala devam eden mülteci kriziyle ilgili "Türkiye ile iş birliği olmadan bu alanda ilerleyemeyeceğimizi ve bundan ötürü Türkiye'ye 3 milyar avro ek kaynak aktarmaya düşünüyoruz" açıklaması, Ankara-Brüksel hattında yeni iş birliği kanallarının tesis edileceğine dair beklentiler oluşturdu. Zirveye dair yayınlanan sonuç bildirgesinde liderlerin, AB Komisyonundan üç ülkedeki Türkiye dahil olmak üzere Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapan bölge ülkelerine sağlanan mali desteğin devamı için yeni teklif istemesi, bu beklentileri daha da arttırmış durumda.
2024 yılına kadar sadece Türkiye'ye sağlanması planlanan proje bazlı 3 milyar avroluk mali destek, Türkiye-AB ilişkilerinde devam eden gerilimi hiç şüphesiz bir nebze düşürebilecek potansiyele sahiptir. Ancak teklif, Komisyon tarafından hazırlansa bile bunun Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanması gerekiyor. Burada önemli bir mesele olarak ifade edilmelidir ki son yıllarda sık sık Türkiye aleyhinde kararlar alan Parlamento, Türkiye'ye yönelik bir nevi "sopa" siyasetini tercih ederek beklenenin aksine olası yardımları engelleyebilir. Bu da beklentileri boşa çıkartabilir ve ikili ilişkilerdeki gerilimi daha da arttırabilir. Bunların yanında AB'nin mülteci meselesini, hala sadece mali yardımlarla çözülebilecek bir mesele olarak görmesi tam manasıyla stratejik körlük örneğidir.
Öte yandan Avrupa Birliği, mültecilere dair Türkiye'ye yeni bir teklifle gelse bile Ankara'nın bu teklifi kabul edeceğini söylemek biraz zor. Çünkü Türkiye, mütekabiliyet ilkesi uyarınca daha önce kendisine söz verilen vize serbestisinin hayata geçirilmesini ve Gümrük Birliği'nin güncellenmesini istiyor. Burada Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ile vize serbestisi meselelerinin, meşhur 18 Mart Mutabakatında AB'nin üstlendiği yükümlülükler arasında olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu bağlamda AB Liderler Zirvesinin sonuçlarına dair yayınlanan bildirgede, Gümrük Birliği'nin modernizasyonuna destek verilmesi, ikili ilişkilerde pozitif gündem açısından olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak daha önce Mart ayında gerçekleşen zirvede de bu konuyla ilgili benzer ifadelere yer verilmesine rağmen, aradan geçen süre zarfında herhangi bir adım atılmadığı somut bir gerçeklik olarak duruyor. Dolayısıyla Gümrük Birliği'nin güncellenmesiyle ilgili sürekli ucu açık ifadelere yer verilmesi ve vize serbestisiyle ilgili somut bir taahhütte bulunulmaması, açıkça oyalama taktiği olarak görülebilir. Bundan ötürü Türkiye-AB ilişkilerinde gerçekten pozitif bir gündemin oluşabilmesi için AB'nin 18 Mart Mutabakatındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekiyor. Aksi taktirde pozitif gündem yaratma çabaları, sadece söylem düzeyinde kalmaya devam edecektir.
Türkiye-AB ilişkilerinde son dönemdeki inişli çıkışlı seyir ve genel olumsuz atmosfer dikkate alındığında, Türkiye'nin AB üyelik sürecinin yakın zamanda pek mümkün olmadığı sonucu ortaya çıkıyor. AB'nin Brexit sonrası siyasi konjonktürde kendi içine kapanması, aday ülkelere yönelik somut üyelik perspektifi sunamaması ve Güney Kıbrıs'ın başını çektiği bazı Türkofobik üye ülkelerin müzakere sürecini tıkayan tek taraflı blokajlara devam etmesi, esasen bu durumun ardındaki temel faktörler olarak görülebilir. Netice itibariyle Türkiye açısından uzun ince bir yol olarak tasvir edebileceğimiz AB üyelik müzakerelerinin, uzun bir müddet daha devam edeceğini ve bu süreçte ilişkilerin sürekli patinaj çekeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Rusya ile Gerilime Devam
AB Liderler Zirvesi'nde ön plana çıkan konulardan bir diğeri, Rusya'yla ilişkilerdi. Aslına bakılırsa AB ve üye ülkelerin Moskova ile insan hakları ihlalleri, casusluk faaliyetleri ve siber saldırılar gibi konularda sık sık karşı karşıya gelmesi dikkate alındığında, ikili ilişkilerin seyrine dair zirvede geniş kapsamlı görüşmeler bekleniyordu. Nitekim zirve öncesinde Almanya Başbakanı Şansölye Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, AB-Rusya ilişkilerindeki gerilimin düşürülmesi adına Rus lider Vladimir Putin ile doğrudan temas kurulmasını gündeme getirerek, yeni bir dönemin kapısını aralamaya çalışmıştı. Ancak kendilerini Rus tehdidi altında hisseden özellikle Doğu Avrupa ve Baltık'taki üye ülkeler, bu teklife karşı çıktılar. Rusya özelinde üye ülkelerin kendi aralarında yaşadıkları bu siyasi ayrışma, AB'nin kurumsal olarak ortak dış politika ve güvenlik politikası belirleyeme noktasındaki çıkmazlarına somut bir örnek teşkil ediyor.
Zirve sonuç bildirgesine baktığımızda Rusya'ya yönelik iç politikada insan haklarının ihlal edilmesi, medya özgürlüğünün kısıtlanması ve sivil toplum üzerindeki hükümet baskısının artmasıyla ilgili ağır eleştirilerin yöneltildiğini görüyoruz. Daha da önemlisi zirveden hemen sonra, Ukrayna'yı istikrarsızlaştırdığı gerekçesiyle Rusya'ya uygulanan ekonomik yaptırımların 6 ay daha uzatılmasına karar verildi. Bu da tabi olarak Moskova'nın tepkisini çekti. Zira bilindiği üzere bu yaptırımlar uyarınca AB üyesi ülkeler; Rusya'ya silah satışı yapamıyor, petrol ve gaz sektörlerinde kullanılan bazı teknolojileri Rusya'yla paylaşamıyor ve Rus kamu bankaları Avrupa'da finans sektörüne dahil olamıyor. Sadece bu kritik gelişme dikkate alınırsa, taraflar arasındaki kısır döngünün bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz.
Diğer taraftan Brüksel, Rusya ile ilişkilerin normalleşmesi ve ilişkilerde yeni bir sayfasının açılabilmesi için uzun zamandır üç talepte bulunuyor. Bunlar arasında Rusya'nın 2014'te imzalanan Minsk Anlaşması kayıtsız şartsız uygulaması, insan hakları ihlallerine son vermesi ve AB üyesi ülkelere yönelik siber saldırılara ve casusluk faaliyetlerine son vermesi yer alıyor. Bunlara karşın Rusya, AB'nin öne sürdüğü bu talepleri gündemine almak şöyle dursun, hakikatlerle bağdaşmadığı gerekçesiyle tamamen reddediyor. Buradan hareketle Brüksel-Moskova hattındaki gerilimin önümüzdeki süreçte devam etmesi bekleniyor.