Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Kıbrıs meselesinin çözümüne dair müzakerelerin yeniden başlatılması adına meselenin muhatapları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Kıbrıs Adası üzerinde garantörlük hakkı bulunan Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ı en yakın tarihte gayriresmi toplantıya davet edeceğini ilan etti. Ancak genel sekreterin çağrısı ne bu beş ülke ne de koronavirüs (Covid-19) salgınıyla meşgul olan uluslararası toplum tarafından heyecanla karşılandı. Zira 1968'den beri devam eden barış müzakerelerinde Rum tarafının "Sadece biz kazanalım, onlar kaybetsin" stratejisinden ötürü hiçbir sonuç alınamadığı için olası müzakereler yeniden başlasa bile bundan da sonuç alınamayacağına dair yaygın bir kanaat var.
Kıbrıs meselesinin geçmişi
Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik çabaları izah etmeden evvel bu meselenin ne zaman başladığına dair tartışmanın eski olduğunu ifade etmekte yarar var. Zira GKRY ve siyasi hamisi Yunanistan meselenin başlangıcı olarak 1974 Barış Harekatı'nı alarak uluslararası kamuoyu nezdinde Türkiye aleyhinde uzun yıllardan beri kara propaganda yapıyor. Bu propagandaya göre adada hiçbir sorun yokken ve her şey güllük gülistanlık iken (!) Türkiye keyfekeder şekilde tek taraflı askeri müdahalede bulunmuştur. Böylece Kıbrıs meselesi durduk yere başlamıştır.
Tarihi gerçekliklerle hiçbir şekilde bağdaşmayan ve tamamen bir yalan üzerine kurulu olan Rum-Yunan propagandasının aksine Türk tarafı ise tarihi gerçeklere dayanarak meselenin 1963'te başladığını savunuyor. Buna gerekçe olarak da 1963 itibarıyla Kıbrıs Türklerine yönelik katliama varan silahlı saldırıların başlatılmasını gösteriyor. Öyle ki adayı Yunanistan'a bağlamak için başlatılan plan kapsamında öncelikle paramiliter Rumlardan oluşan "EOKA" isimli bir terör örgütü kurulmuştur. Bunun akabinde tarihe "Kanlı Noel" olarak da geçen Aralık 1963'te Kıbrıs Türklerine yönelik silahlı saldırılar başlamış ve bunun neticesinde 350'den fazla Türk soydaşımız katledilmiştir. Bu somut tarihi gerçekliklerden ötürü GKRY'nin ve Yunanistan'ın kara propagandasının aksine Türk tarafı Kıbrıs meselesinin başlangıcı olarak 1963'ü kabul ediyor.
Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik girişimler
Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik bugüne kadar birçok müzakere süreci başlatılmış ancak Rumların uzlaşmaz tavrından ötürü her süreç yarıda kalmıştır. Bu bağlamda öncelikle meselenin çözümüne en çok yaklaşıldığı 2004'te dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan ve tarafların çeşitli çekincelere rağmen siyasi elitlerin uzlaştığı kapsamlı barış planının adadaki iki toplumun oyuna sunulduğunu hatırlamak gerekiyor. Zira bu plan Kıbrıs Türk toplumu açısından tüm eksikliklerine rağmen halk oylamasında kabul edilmişse de Rum seçmen planı kendi çıkarları açısından yeterli bulmadığı için reddedilmiştir.
2004'teki gelişmeden sonra ise çözüme en çok 2017'de yaklaşıldı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in ara buluculuğunda KKTC ve GKRY cumhurbaşkanları tarafından İsviçre'nin Crans-Montana kasabasında yürütülen nihai barış müzakerelerinde taraflar birçok önemli konu başlığında uzlaşma sağladı. Buna rağmen Rumların doğal kaynakların paylaşımı, yönetim sistemi ve daha da önemlisi "sıfır asker-sıfır garanti" konularında diretmesinden ötürü yine çözüme ulaşılamadı. Yani Kıbrıs meselesinde çözüme en çok yaklaşıldığı dönemlerde Rumların her seferinde bir nevi "yan çizmesi" esasen meselenin bugüne kadar çözülememesinin ardındaki temel nedendir.
Kırmızı çizgiler
Türk tarafı bugüne kadar yürütülen müzakerelerde bazı konuları taviz verilemeyecek kadar hayati görerek kırmızı çizgi olarak belirlemiştir. Bunlardan en önemlisi Türkiye'nin Kıbrıs Adası üzerindeki garantörlüğünün ve askeri varlığının devam etmesidir. Buna göre Türkiye, "Enosis" hayali doğrultusunda Rum militanlarca Kıbrıs Türkünün göz göre göre katledildiğini ve bu süreçte diğer iki garantör ülke İngiltere ve Yunanistan'ın tepkisiz kaldığını sık sık hatırlatarak bir daha böylesi bir hadiseye mahal vermemeyi önceliyor. Bunun için de ada üzerindeki garantörlüğünün ve askeri varlığının kayıtsız şartsız devam etmesi gerektiğini savunuyor.
Bunlara karşın Rumlar ise kurulacak yeni devlet üzerindeki garantörlüklerin ve adadaki askeri varlıkların sona ermesini ve yeni devletin her açıdan bağımsız olması gerektiğini savunuyor. Ancak geçmişte cereyan eden "Kanlı Noel" gibi olayların acısı halen tazeyken Türkiye'nin garantörlük ve asker bulundurma haklarından bir çırpıda vazgeçmesini talep etmek kabul edilebilir bir durum değil. Buradan hareketle tarafların kritik konulara dair taban tabana zıt bir tutum içerisinde olmalarından ötürü Kıbrıs meselesinde çözümün en azından yakın zamanda mümkün olmadığını söyleyebiliriz.
Federasyon modeline alternatif: iki egemen devlet
Kıbrıs meselesinin çözümüne dair bugüne kadar birçok model gündeme gelmiş ancak bunların çoğu adanın kendine has siyasi ve toplumsal yapısına uygun olmadığı için rağbet görmemiştir. Netice itibarıyla coğrafi olarak kuzey ve güney şeklinde ayrılacak iki farklı devletin iç işlerinde bağımsız fakat dış işlerinde tek bir otoriteye bağlı kalmasını öngören federasyon modeli bugüne kadar en ön plana çıkan model olmuştur. Ancak (yukarıda da ifade edildiği üzere) bugüne kadar BM gözetiminde federasyon modeli etrafında yürütülen barış müzakereleri Rum tarafının salt kendi çıkarlarını önceleyen tutumu nedeniyle başarısız olmuştur. Nitekim bu gerçeklikten ötürü Türkiye en son 2017'de Crans-Montana'da çıkmaza giren müzakerelerden sonra bu modelin artık sonuç vermediğine kani olmuş ve alternatif bir modelin konuşulması gerektiğini savunmaya başlamıştır.
Ankara'nın özellikle Crans-Montana'dan sonra açıkça gündeme getirdiği alternatif model ise iki ayrı egemen devlete dayanıyor. Buna göre zaten uzun yıllardan beri iki ayrı devlet olarak varlıklarını koruyan KKTC ve GKRY'nin birbirlerini uluslararası hukuk çerçevesinde ayrı birer devlet olarak tanıması ve bu şekilde tarafların diğerinin egemenlik haklarına saygı göstermesi bekleniyor. Buna göre geçmişte Çekler ve Slovaklar arasındaki "kadife ayrılığa" benzer şekilde Kıbrıs'ta da mevcut düzenin taraflarca açıkça kabul edilmesi ve kalıcı çözümün sağlanması hedefleniyor. Daha açık ifadeyle "Madem bunca zamandır birleşemiyoruz, o zaman tamamen ayrılalım" mesajı bu modelin özünü oluşturuyor. Bunların yanı sıra Türkiye'nin artık bizatihi cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı gibi siyasi elitlerince dile getirdiği iki devletli alternatif modelinin KKTC yönetimi tarafından da kabul edildiğini ifade etmekte yarar var.
Buna karşın Yunanistan ve GKRY ise iki devletli modele tamamen karşı çıkıyor. Buna sebep olaraksa bu modelin adayı ebediyen ayrıştıracağını gösteriyorlar. Halbuki Kıbrıs Adası 1974 harekatından beri fiilen siyasi ve toplumsal olarak zaten bölünmüş durumdadır. Nitekim Türk tarafı bu gerçeklikten hareketle herkesçe malum olunanı daha fazla göz ardı etmenin mantıksız olduğunu savunuyor.
Sonuçlandırmak gerekirse BM ara buluculuğunda görüşmeler yakın zamanda yeniden başlasa bile GKRY ve Yunanistan ikilisi Kıbrıs Adası'nda sadece Rumların üstünlüğünü önceleyen tutumlarından vazgeçmedikçe Kıbrıs meselesinde çözüme ulaşılması söz konusu değildir. Bunun yanı sıra adada gerçekçi bir çözüme ulaşılacaksa bunun yolu Türkiye ve KKTC açısından artık –federasyondan değil– iki devletli modelden geçiyor.