30 Ekim Cuma günü Kandilli Rasathanesinin açıklamasına göre İzmir'in Seferihisar ilçesi açıklarında 6,9 büyüklüğünde sarsıcı bir deprem yaşandı. Şehir aktif fay hatları üzerinde yer aldığı için daha önceki yıllarda sık sık depremler yaşandı fakat bu seferki deprem yarattığı yıkım nedeniyle bazı bölgelerde ağır hasara ve birçok acı hatıraya sebep oldu. 25 yılını İzmir'de geçirmiş birisi olarak ben de depremin en şiddetli hissedildiği mekanlar Bayraklı ve Bornova ilçelerinin kesiştiği bir konumdaydım. Öyle ki her birimizin içini sızlatan ve deprem anında yıkılan o apartmanlara sadece beşer dakika uzaklıktaydım. Deprem sebebiyle 116 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi ve 1000'den fazla vatandaşımızın yaralanması elbette hepimizi derinden üzdü. Ancak 1999 Gölcük depremi gibi önceki yıllarda yaşanan bazı afetlerin aksine Türkiye'nin afet yönetimi noktasında kurumsallaşma, koordinasyon ve kapasite artışı gibi konularda son yıllarda kat ettiği mesafe İzmir depreminde daha ağır sonuçlara yol açmasının önüne geçmiştir.
3K: Kurumsallaşma, Koordinasyon ve Kapasite
Bu bağlamda öncelikle Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Türkiye'de son yıllarda afet yönetimi konusunda sağlanan kurumsallaşmanın ve merkezi koordinasyonun en görünür tarafını oluşturmaktadır. 2009 yılında Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü gibi üç farklı kurumun birleştirilmesiyle oluşturulan AFAD, bugün İçişleri Bakanlığına bağlı olarak faaliyet göstermekte ve her şehirde organize olmuş vaziyettedir. Görevi ve yetkisi itibariyle afetler sırasında yapılması gereken müdahalelerden ve afet sonrasında ihtiyaç duyulan iyileştirme çabalarından sorumlu olan kurum, bu görevlerini yakın zamanda Simav ve Elazığ'daki depremlerin yanı sıra Giresun'daki sel felaketinde başarıyla ifa etmiştir.
İzmir'de de deprem yaşandıktan hemen sonra bölgedeki anlık kurtarma çalışmaları civardaki yerel ahali tarafından yapıldıktan sonra bölgeye ilk intikal eden kurumlardan biri AFAD olmuştur. Bizatihi benim olay mahallerinde yaptığım gözlemler neticesinde depremin yaşandığı ilk andan enkazların kaldırıldığı ana kadar kesintisiz sahada olan AFAD, bölgedeki arama kurtarma çalışmalarındaki aktif koordinasyonu sağlamış ve süreci en iyi şekilde yönetmiştir. Zira enkaz altında kalan vatandaşları kurtarmak için gece gündüz demeden çalışan tüm arama kurtarma ve acil tıbbi yardım ekiplerinin takdire şayan çabaları ile AFAD gözetiminde kamu kurumlarıyla özel kuruluşlar arasında sağlanan koordinasyon ve işbirliği olmasaydı ne yazık ki ölü ve yaralı sayısı bugünkünden çok daha fazla olacaktı.
Bu noktada ülke genelinde afet ve acil durumlara müdahalenin sistematik bir şekilde yürütülmesi adına AFAD tarafından hazırlanan ve 2013 yılında kabul edilen Afet Müdahale Planına kısaca değinmekte fayda vardır. Zira bahsi geçen bu plan afet öncesinde, sırasında ve sonrasında kurumlara yüklenen görev ve sorumluluklar ile paydaşlar arasındaki koordinasyon mekanizmasını açıkça ortaya koymaktadır. Bu sayede önceki yıllarda vuku bulan afetlerde kurumlar arasında yaşanan koordinasyon eksikliği ile paydaşlar arasındaki görev ve yetki karmaşası İzmir'de yaşanmamıştır. Bu da hepimiz adına sevindirici bir gelişme olarak görülebilir.
Bunun yanı sıra AFAD'ın son yıllarda yaşadığı kurumsal kapasite artışı sayesinde teknik ve idari personeli genişlediği; buna paralel olarak kurumun bütçesi önceki yıllara göre arttığı için afetlerle mücadelede gerekli olan teknik ekipmanlar da modernize edilebilmiştir. Bunun sonucunda İzmir'deki tüm arama kurtarma faaliyetlerinde enkaz ses dinleme cihazı, drone, yılan kamera ve termal kamera gibi hassas teknolojik aletlerin yanı sıra yüzlerce teknik uzmandan istifade edilmesi, göçük altında kalanların tespitini ve kurtartılmasını kolaylaştıran kritik faktörler olmuştur. Nitekim afet sırasında yapılması gereken müdahaleler ve afet sonrasında ihtiyaç duyulan iyileştirme çalışmalarının AFAD tarafından bir bütün halinde yönetilmesi sayesinde İzmir'de arama kurtarma, hasar-tespit ve enkaz kaldırma faaliyetleri beş gün gibi kısa bir sürede sonuçlandırılabilmiştir.
Acil ihtiyaçların hızlı temini
Diğer taraftan İzmir depremi sonrasındaki ilk geceyi ailesiyle birlikte dışarıda geçiren kişilerden birisi olarak bizzat gördüğüm kadarıyla depremzedelerin ilk anda ihtiyaç duyduğu acil barınma ihtiyacı da yine AFAD koordinasyonunda yerel idari makamlar, Kızılay ve diğer yardım kuruluşlarının farklı alanlara kurduğu çadırlar tarafından karşılanmıştır. Sonrasında AFAD tarafından kurulan çadır kentler sayesinde yaklaşık 6 bin depremzede için daha korunaklı ve sağlıklı barınma imkanı sağlanmıştır. En az arama kurtarma çalışmaları kadar önemli olan bu lojistik hizmetlerin saatler içerisinde devreye sokulması, Türkiye'nin afet sonrasında ihtiyaç duyulan faaliyetler konusunda eriştiği bütüncül kapasiteyi açıkça göstermektedir.
Aynı doğrultuda depremzedeler ve bölgede aralıksız çalışan görevliler için yiyecek ve içecek hizmetlerinin de hızlıca temin edildiğini söyleyebilirim. Depremin yaşandığı Perşembe gününden başlamak üzere sonraki günlerde bu yardım hizmetleri büyük oranda Türkiye'nin dört bir yanından şehre gelen belediyelere ve yardım kuruluşlarına ait ikram servis araçlarıyla sağlanmıştır. Ayrıca bu tür acil ihtiyaçlar kadar böylesi zor bir zamanda bizzat şahit olduğum kadarıyla Diyanet ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü personellerinin de deprem mağdurlarına manevi ve psiko-sosyal destek sağlanması adına sahaya inerek vatandaşlarla birebir temas kurmasını da önemli bir ayrıntı olarak ifade edebilirim.
Bir başka önemli husus olarak depremde yıkılan ve hasar gören binaları yeniden yapılandırma faaliyetleri doğrultusunda bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bina sahipleri için yeniden ve daha iyi şartlarda evler yapılacağını açıklamış ve evsiz kalanlara kira, taşınma ve eşya yardımı yapılacağını ifade etmiştir. Bu sayede deprem mağdurlarının geleceğe dair sahip oldukları ortak endişeler büyük oranda en aza indirilmiştir. Nitekim depremzedelere söz verildiği gibi depremin henüz izleri tazeyken yardımların ivedilikle başlamış olması, vatandaşların devlete duyduğu güven duygusunu ve her koşulda devletin yanlarında olduğu hissini güçlendiren değerli birer gelişme olarak görülebilir. Buna ilaveten Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere birçok kabine üyesinin ve yerel idare makamlarının süreç boyunca sahada olması ve halkla doğrudan temas kurması ise depremzedeleri psikolojik açıdan motive eden önemli faktörler arasında yer almaktadır.
Sonuç olarak Türkiye'nin AFAD özelinde son yıllarda doğal afetlerle mücadelede kurumsallaşma, koordinasyon ve kapasite artışı gibi konularda kat ettiği mesafe İzmir'de çok daha ağır sonuçların çıkmasına engel olmuştur. Öyle ki önceki yıllarda yaşanan afetler sırasında ve sonrasında afet mağdurlarının dilinde adeta pelesenk olan "nerede bu devlet?" haykırışlarının çok şükür İzmir'de duyulmamasını bu başarının bir tezahürü olarak yorumlayabiliriz. Ancak Türkiye'de afet yönetimi konusunda son yıllarda yaşanan bu tür olumlu gelişmelere karşın ülkemizde birçok şehir doğal afet riskiyle karşı karşıya olduğu için "önce insan" düsturundan hareketle makro düzeyde bazı adımların atılması gerekmektedir. Bunların başında ise güvenli şehirler için merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasında işbirliğine dayalı kentsel dönüşümlere acilen hız verilmesi ve salt "yeniden" ziyade "güvenli" konutlaşmaya önem verilmesi gelmektedir. Nitekim İzmir depreminde yıkılan ve ağır hasar gören binalardan bazılarının daha birkaç yıl öncesinde inşa edilmiş olması, güvenlik merkezli konutlaşmanın ve kentsel dönüşümün ne kadar önemli olduğunu açıkça göstermektedir.