Son dönemde Körfez ülkeleri ile Lübnan'ın ilişkilerinde meydana gelen gelişmeler temelde Suudi Arabistan-İran arasındaki dini, siyasi ve jeopolitik mücadelenin bir tezahürü olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçeve her ne kadar kapsamlı olsa da belirli meselelerde sınırlı bir hale gelebilmektedir. Dolayısıyla Körfez-Lübnan ilişkilerindeki gerginliklerin iç dinamikleri de dış dinamikler kadar açıklayıcı olabilmektedir.
Suudi Arabistan-Lübnan arasında son dönemde, ülkede Hizbullah'ın 2016 yılından itibaren artan siyasi ve askeri kontrolü, Riyad'ın çeşitli limanlarına gönderilen sebze-meyve sevkiyatlarındaki uyuşturucu meseleleri ve Suudi Arabistan'ın Ortadoğu'daki askeri angajmanlarının eleştirilmesi ikili ilişkileri iyiden iyiye problematik hale getirdi. Nitekim halihazırda Lübnan Enformasyon Bakanı George Kordahi'nin Suudi Arabistan'ın Yemen'deki müdahalesini eleştirmesi Riyad için bir siyasi prestij hamlesinin gerekliliğini ortaya koydu. Daha öncede Lübnan'daki farklı kişi ve hiziplerden, Suudi Arabistan'a yönelik eleştiriler de gerçekleştirilmişti. Suudi Arabistan'ın yanında Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Yemen de, Lübnan'a siyasi ve ekonomik tepkilerini ortaya koydular. Katar ise Körfez ile Lübnan arasındaki krize arabuluculuk yapabileceğini ifade etti.
Suudi Arabistan'ın Lübnan'a yönelik başlattığı bu siyasi tutumun Lübnan'ın yanında Körfez bölgesi için de çeşitli sonuçları olacaktır. İlk elde Suudi Arabistan, bütün Arap devletlerine askeri angajmanlarının eleştirilmemesi gerektiğini ve askeri meselelerden prestij boyutunda taviz verilemeyeceğini ima etmektedir. Bununla birlikte Suudi Arabistan, son dönemde BAE'ye karşı yürüttüğü Ortadoğu'nun siyasi, askeri ve ekonomik liderliği mücadelesine yönelik bir hamle gerçekleştirmiştir. Üçüncü nokta ise Suudi Arabistan'ın Lübnan'ın Ortadoğu'da bir "başarısız devlet" haline gelebileceği konusunda bölgesel ve uluslararası anlamda uyarılar yaparak, gerek Lübnan otoritelerini Riyad'a siyasi olarak yakın tutumlar izlemeye itmekte ve bir anlamda İran ve Hizbullah'ın Lübnan'daki varlığını uluslararası anlamda hatırlatmaktadır.
İlk elde, Suudi Arabistan'ın Lübnan'a karşı başlattığı sert tepki süreci, Körfez geneline ve Arap dünyasına yayılan bir süreci de beraberinde getirerek Suudi Arabistan'ın hamlesinin siyasi anlamda meşruiyetini artıran bir gelişme oldu. Suudi Arabistan'ın da etkisiyle Körfez ülkelerinin Lübnan'a siyasi ve ekonomik tepki koymalarının temel sebebi, Suudi Arabistan'ın askeri angajmanlarının sebep olduğu insani, hukuki ve ekonomik yıkımın bölgede tekrardan hatırlatılmasıdır. Suudi Arabistan'ın askeri politikasının, sınır güvenliğinin ve kraliyet ailesinin prestijinin değerlendirildiği temel ölçütlerden birisi, neredeyse 6 yılı aşkındır devam eden Yemen müdahalesidir. Yemen'deki söz konusu durumda ABD ve BM gibi uluslararası aktörler tarafından devam ettirilen siyasi uzlaşı süreci ve sahada Husilerin merkezi hükümetin en önemli kalelerinden birisi olan Marib kentine kadar ilerlemesi Suudi Arabistan açısından Yemen'deki en önemli belirleyicinin artık Riyad olmadığının göstergesi durumuna gelmiştir. Buna Husilerin Suudi Arabistan topraklarına gerçekleştirdikleri insansız hava araçları ve balistik füze saldırıları da eklenince, Riyad'ın Yemen'deki politikalarının eleştirilmesi, dolayısıyla ülkenin Arap halkları nezdindeki prestijini tehlikeye atmaktadır.
İkinci noktada, Suudi Arabistan'da kimi entelektüeller ve yetkililer Lübnan'ın bir anlamda İran etkisine yenik düştüğünü ima etmekte, Lübnan'ın bir devletin gerekliliklerini yerine getiremediği ülke medyasında sıkça dile getirilmekte ve dolayısıyla Lübnan'a bir ders verilmesi gerekliliği dile getirilmekteydi. Nitekim son günlerdeki gelişmeler ile birlikte Suudi Arabistan için ülkenin prestijini etkileyecek bir açıklamaya karşı bu anlamda kriz ile sonuçlanan bir siyasi tepki verilmiş oldu. Bu noktada Suudi Arabistan, Arap ülkelerini ve halklarını kendi etrafında toplayacak ifadeler ile Lübnan meselesini bir siyasi anlatıya dönüştürdü. Lübnan ile yaşanan siyasi gerginliklerin her iki ülkeyi de etkilediği açık olsa da, bunu bir dış politika kazanımına dönüştürme gayretinde olan taraf Suudi Arabistan olarak görülüyor.
Dolayısıyla burada, son dönemde Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşmeyi gerçekleştirememesi ve BAE'nin İsrail ile normalleşmesi, Yemen'deki savaşta Suudi Arabistan'ın BAE tarafından yalnız bırakılması ve Suudi Arabistan'ın savaşı sona erdirememesi, petrol üretim kotalarını tamamen bağımsız olarak belirleyememesi ve Biden yönetiminin etkisiyle birlikte İran ile müzakereler gerçekleştirmesi hasebiyle daralan manevra alanını Arap halkları nezdinde genişletmek istemektedir. Arap halklarının da, İran ve Hizbullah varlığına -Suudi tarafının söylemleriyle- "karşı koymayan" Lübnan'a verilen tepkide Suudi Arabistan'ın yanında olması, doğrudan ya da dolaylı olarak BAE ile Ortadoğu'nun siyasi, askeri ve ekonomik liderliği rekabeti içerisinde önemli bir koz olarak düşünülebilir. BAE'nin Lübnan'dan büyükelçisini çekmesi, bu anlamda bu süreçte Suudi Arabistan ile ciddi uyuşmazlığa girmemek amacıyla gerçekleştirilmiş olabilir.
Suudi Arabistan'ın hamlesinden varılabilecek üçüncü çıkarım da, söz konusu siyasi ve ekonomik hamleler gerek Lübnan'daki siyasi otoriteleri İran ve Hizbullah etkisinden uzaklaştırmak gerekse de İran ve Hizbullah tehdidine işaret ederek kendi hamlelerine bölgesel-uluslararası meşruiyet sağlamak ile ilgilidir. Suudi Arabistan bu anlamda, gerek Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın ve gerekse Lübnan Başbakanı Necip Mikati'nin, Hizbullah ve İran'a yönelik pozisyonlarından faydalanmak istemektedir. Üst düzey yetkililerin, Kordahi'nin ifadelerinin Lübnan'ın resmi söylemlerini yansıtmadığı ifadeleri de Suudi Arabistan'ın stratejisinin buradan değerlendirilebileceğini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, bir süredir üstü örtülü olarak Körfez ülkeleri ile Lübnan arasındaki siyasi gerginlik iyiden iyiye krize dönüşmüş olsa da, Suudi Arabistan'ın krizi siyasi olarak yönetme amacında olduğu ve bu bağlamda Hizbullah ve İran'ın etkisinin sınırlandırılması, Körfez ve Ortadoğu'daki siyasi liderlik mücadelesinde bir adım öne geçilmesi ve Arap halklarının "tehditlerden" korunmasına öncülük edilmesi gibi hamleleri de hesaba kattığı ifade edilebilir.