Bu hafta, İstanbul Ticaret Odası Stratejik Araştırmalar Merkezi (İTOSAM), akıllı otomasyon, yapay zekâ ve robotik gibi çağımızın öne çıkan teknolojilerinin ekonomik manzaraya, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde etkilerine dair kapsamlı bir rapor yayımladı. "Akıllı Otomasyon Çağında Ulusların Rekabeti: Yapay Zekâ, Robotlar ve Gelişen Ülkeler" adlı raporu, bu teknolojilerin üretim kapasitesine, kar marjlarına ve işsizlik oranlarına olan etkilerini derinlemesine inceliyor. Ayrıca Türkiye'nin bu teknolojileri benimseyerek uluslararası sahnede daha etkin bir rol oynamasını sağlayacak politikalara da yer veriyor. Rapor öncelikli olarak ekonomik konuları ele aldığı gibi, bu teknolojilerin politik ve stratejik sonuçlarını analiz etmemize de yardımcı oluyor. Bu sayede, küresel meseleler ve Türkiye'nin değişen dünya düzenindeki rolü hakkında kamuoyuna kapsamlı bir bakış açısı sunabiliriz.
Tekno-Ekonomiden Tekno-Politiğe Bir Bakış
Söz konusu rapor, bir dizi önemli konuyu ele almakta ve özellikle 2010'lardan itibaren ortaya çıkan tekno-ekonomik çalışmalarda yeni bir paradigmanın gözlemlendiğine dikkat çekmektedir. Bu yeni paradigmanın kalbinde, Yapay Zekâ, Büyük Veri ve Robotik gibi teknolojiler yer almaktadır.
İlk sanayi devriminden bu yana her yeni teknoloji dönemi, üretim ve istihdam üzerinde doğrudan etkiler yaratarak ulusların ekonomik yapılarını derinden değiştirme gücüne sahip olmuştur. Mevcut teknolojik ilerlemeler de bu geleneği devam ettiriyor; ekonomiyi yeniden şekillendiriyor ve yeni tekno-ekonomik paradigmaların öncülüğünü yapıyorlar. Bu yeni paradigmalar, özellikle içerdikleri teknolojilerin benzersiz nitelikleri sayesinde, geçmiş paradigmalarla karşılaştırıldığında belirgin farklar gösteriyor. Özellikle yapay zekâ, geniş kapsamı ve derin etkisiyle, ekonomik etkilerini daha da pekiştirerek diğer teknolojilerden ayrışıyor.
Ayrıca yapay zekâ ve robotik teknolojilerinin birleşimi, yeni bir robot neslinin doğuşuna öncülük etti. Bu robotlar, önceki teknoloji dalgalarından farklı olarak, sadece vasıfsız işçilere değil, aynı zamanda vasıflı işçilere de alternatif olabilecek kapasiteye sahiptir. Bu dönüşüm, yapay zekâ ve robotiğin benzersiz entegrasyonu ile mümkün hale gelmiş olup, artık yeni fikirler üretme ve el becerilerini taklit etme gibi insani yetenekleri daha yakından simüle edebilmektedir. Yeni tekno-ekonomik paradigmaların ortaya çıkardığı bu değişimler, uluslararası arenada rekabetin şiddetlenmesine yol açmaktadır.
Rapor, tarih boyunca gelişmiş ülkelerin bu yeni ekonomik paradigmaları şekillendirme ve ilk hareket avantajlarından (first mover advantages) yararlanma eğiliminde olduğunu, buna karşın gelişmekte olan ülkelerin genellikle bu liderleri takip etmekten başka bir seçeneğe sahip olmadığını belirtmektedir.
Ayrıca ekonomik durgunluk yaşayan gelişmiş ülkelerin bu yeni teknolojileri kullanarak ekonomik gerilemelerini tersine çevirecek ve kendi çıkarlarına daha uygun yeni paradigmalar geliştirmeye çalışacak imkânlara sahip olabileceklerini öne sürmektedir. Bu bağlamda özellikle Çin etrafında şekillenen ve gelişmekte olan ülkelerin global ekonomide daha büyük bir pay sahibi olmasını sağlayabilecek küresel tedarik zincirinin yeniden yapılandırılması gibi stratejiler dikkat çekmektedir. Bu gelişmeler, tedarik zincirlerinin ülke içine (reshoring), coğrafi yakınlıktaki ülkelerle (nearshoring) veya stratejik ortaklarla (friendshoring) taşınması gibi politikaların ön plana çıkmasına neden olmaktadır.
Rapor bu gelişmeleri esas olarak ekonomik bir çerçeveden değerlendirirken, mevcut uluslararası ilişkileri daha iyi anlamamıza da katkı sağlıyor. Söz konusu teknolojiler, yalnızca yeni tekno-ekonomik paradigmaları şekillendirmekle kalmıyor, aynı zamanda yeni tekno-politik paradigmaları da tetikliyor. Öngörülebilir ki, bu gelişmelerin bir araya gelmesi, mevcut uluslararası düzeni köklü bir şekilde değiştirme potansiyeline sahiptir.
Bu bağlamda yapay zekanın uluslara sunduğu benzersiz fırsatları vurgulamak büyük önem taşımaktadır. Yapay zekâ teknolojisi, tüm sektörlerde farklı alanlarda uygulanabilir. Önceki teknolojilere kıyasla daha uygun maliyetlidir ve adaptasyonu daha kolaydır. Bu erişilebilirlik imkanı, yapay zekanın yeni ekonomik ve politik paradigmalar yaratma kapasitesini genişletiyor. Bu gücü sayesinde gelişmiş ülkelerle sınırlı kalmayıp, çok daha geniş bir ulus yelpazesi sunuyor. Böylece hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler, yapay zekayı etkin bir şekilde kullanarak ve doğru politikaları uygulayarak kendi tekno-politik paradigmalarını oluşturmaya ve onlardan yararlanmaya çalışıyor.
Sonuç olarak çeşitli ülkelerin teknolojik alanda önemli ilerlemeler kaydettiği ve küresel teknoloji liderliğinin yavaş yavaş Batı'dan diğer bölgelere kaydığı gözlemlenmektedir. Örneğin geçmiş sanayi devrimlerinde teknolojik yeniliklere ayak uydurma konusunda zorlanan Türkiye, Körfez ülkeleri ve Çin gibi ülkeler, bugün yeni teknoloji odaklı dünya düzeninde aktif bir şekilde kendi yollarını belirliyorlar.
Bu değişimleri göz önünde bulunduran Batılı ülkeler, yakın dönemde teknolojik yeniliklerde öncülük etmiş olmalarına rağmen, şimdi bu teknolojileri kendi topraklarına geri getirmeye veya stratejik müttefik ülkelerle paylaşmaya yönelik adımlar atıyorlar. Ekonomik açıdan bu strateji, gelişmiş ülkelerin ekonomik durgunlukla mücadele etme çabalarına bir yanıt olarak değerlendiriliyor. Siyasi açıdan ise özellikle ABD başta olmak üzere, Batılı ülkelerin gelişmekte olan bölgelere olan bağımlılıklarını azaltma yönündeki stratejik hamleleri, küreselleşen tedarik zincirleriyle artan bağımlılığı azaltma hedefi taşımaktadır. Bu bağlamda Çin'e olan bağımlılığı azaltma amacıyla yarı iletken üretiminin ülkeye geri dönüşünü (reshoring) ve dost ülkelerdeki üretimi (friendshoring) teşvik eden eylemler, sadece ABD'nin stratejik ve siyasi çıkarlarıyla uyumlu olmakla kalmayıp, aynı zamanda gelişen tekno-polar dünya düzeninde teknolojik üstünlüğü sürdürme çabasının da bir parçasıdır.
Yeni Aktörlerin Yükselişi: Türkiye'nin Rolü
Gelişen tekno-polar dünya düzeninde, etkin politikalar aracılığıyla bir ülkenin uluslararası sahadaki konumunu önemli ölçüde iyileştirebilecek yeni fırsatlar belirmektedir. Bu fırsatlardan yararlanan ülkeler arasında Türkiye de öne çıkmaktadır.
İTOSAM'ın raporuna göre son 20 yılda Türkiye'de yapay zekâ ürünleri üreten şirketlerin sayısında kayda değer bir artış yaşanmıştır; 2000 yılında sadece 5 şirket bulunurken, bu sayı 2024 itibarıyla 1.195'e ulaşmıştır. Robotik sektöründe ise 2022 yılında Türkiye'nin sahip olduğu 22.735 robot stokuyla 18. sıraya yerleşmiş ve aynı yıl gerçekleşen 3.748 yeni robot kurulumu ile 13. sıraya yükselmiştir.
Bu istatistikler, Türkiye'nin akıllı otomasyon alanında güçlü bir konumda olduğunu göstermektedir. Küresel tedarik zincirlerinde yaşanan dönüşümlerle Türkiye'nin önemli bir oyuncu haline gelme potansiyeli artık hem ulusal hem de global anlamda bilinmektedir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Milli Teknoloji Hamlesi girişimi tarafından desteklenen bu potansiyel, ülkeyi önemli bir teknolojik gelişim ve bağımsızlık düzeyine ulaştırmıştır. Bu ilerleme, Türkiye'nin hem bölgesel hem de uluslararası arenadaki konumunu güçlendirmiştir.
Bu doğrultuda Türkiye, gelişmiş ülkelerle teknolojik iş birliği için cazip fırsatlar sunmaktadır. Böyle bir iş birliği, ABD gibi gelişmiş ülkelerin Çin gibi rakiplerine karşı teknolojik üstünlüğünü korumasına yardımcı olurken, Türkiye'nin de teknolojisini daha ileri taşıyarak yeni tekno-polar dünyada stratejik konumunu güçlendirmesine olanak tanıyabilir. Bu yaklaşım, teknolojik ve ekonomik pozitif gündemler yaratma potansiyeli ile karşılıklı fayda vaat etmektedir.