Türkiye'de gözler BM Genel Kurulu açılışı ve ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Vladimir Putin arasında gerçekleştirilen Soçi zirvesindeyken, Soçi'den bir gün önce 28 Eylül'de Fransa ve Yunanistan Paris'te bir savunma anlaşması yaptı. Resmi adı "Güvenlik ve Savunma Alanında Stratejik İş Birliği Anlaşması" olan anlaşma, Emmanuel Macron ile Kyriakos Mitsotakis tarafından "tarihi" olarak nitelendirildi.
Fransa'nın Yunanistan'a yaklaşık üç milyar avroluk üç savaş gemisi ve ilave altı Rafale savaş uçağı satışını da içeren anlaşma, zamanlama açısından AUKUS'un ardından Fransa'nın ilk hamlesi olarak yorumlandı. Ancak anlaşmanın geri planı AUKUS'un çok öncesine gidiyor, bu nedenle arada dolaylı ilişkisi bulunsa da zamanlama açısından ilişkilendirmek çok mümkün değil.
AVRUPA MERKEZLİLİK TARTIŞMASI
Savunma anlaşmasını ilk bakışta, değişen küresel konjonktürde Avrupa merkezli savunma kapasitesini artırmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirmek mümkün. İmza törenindeki basın toplantısında Macron'un "Avrupa, konu çıkarlarının savunulması ve askeri kapasitesinin oluşturulmasına gelince saf olmayı bırakmalıdır" şeklindeki sözleri veya Mitsotakis'in (anlaşma) "Avrupa güvenliğine, Avrupa'nın stratejik özerkliğine ve egemenliğine katkıda bulunuyor" şeklindeki ifadeleri bu duruma işaret ediyor.
Bu noktada iki soru akla geliyor. Birincisi, ikilinin ifade ettiği "Avrupa" kurumsal olarak Avrupa Birliği'ni (AB) mi ifade ediyor? İkincisi ise kastedilen ne olursa olsun Fransa ve Yunanistan'ın Avrupa merkezlilikte öncü rol oynama kapasitesi bulunmakta mıdır?
İlk sorunun cevabı eğer AB ise, on yıllardır ortak bir savunma ve güvenlik politikası ve kapasitesi geliştirmeye çalışılan AB'nin bu konuda ne kadar ilerleyebildiği malum. Bu nedenle diğer üye devletlerin ve AB kurumlarının bu ikili arasındaki iş birliğini kurumsal olarak sahiplenmesi ve ilerletmesi mümkün görünmüyor.
İkinci soru açısından ise müstakil olarak Atina yönetiminin böylesi bir kapasiteye sahip olmadığı tartışma götürmeyen bir gerçek. Fransa ise her ne kadar Yunanistan'a kıyasla daha iyi bir konumda bulunsa da yılladır giriştiği hamlelerde henüz bir sonuç alabilmiş değil. Bu nedenle yeni girişimden ne denli etkili bir sonuç alacağı tartışmalı. Hatırlanacağı gibi Fransa geçtiğimiz yıllarda kendi hırslı gündemini bazı üyelerin de desteğini alarak AB gündemi haline getirmeye çalışmış ama bu konuda başarılı olamamıştı. Dolayısıyla AB, stratejik özerkliğini artırmak arzusunda olsa da diğer üye ülkelerin kendilerini Fransa'nın ihtiraslarına ne kadar rehin bırakmak isteyecekleri şüpheli.
Öte yandan anlaşmada açıklamaların ve silah satışlarının dışında en öne çıkan nokta, "iki devletten birinin topraklarının işgal edilmesi durumunda, diğerinin askeri güç göndermek dahil her türlü askeri desteği vereceği" şeklinde ifade edilen ikinci madde oldu. Askeri ittifakları taçlandıran bu önemli taahhüdü içeren anlaşmanın gerçek hayatta ne kadar etki oluşturacağı ve ne denli gerçekleştirilebilir olduğu da ayrı bir tartışma konusu.
FRANSA'NIN ÖNCELİĞİ
Savunma anlaşması, iki ülkenin çıkarlarının tam olarak örtüşmesiyle oluşan bir stratejik ittifak olmaktan ziyade farklı kaygılarının ortak paydada buluşması sürecinin tamamlayıcısı gibi görünüyor. Zira Fransa ve Yunanistan farklı nedenlerle iş birliği gitme ihtiyacı hissetmekteler.
Fransa açısından bakıldığında Paris yönetiminin sadece Yunanistan'la değil özellikle son 10 yıldır jeopolitik güç boşluğu gördüğü neredeyse her alanda ve bölgede bu boşluğu doldurabilmek için hırslı bir gündem takip ettiği ve hamlelerde bulunduğu görülmekte. Bir nevi siyasi destek ve askeri güvenlik sağlayıcısı rolü oynamaya çalışan Fransa'nın bu politikasında önemli bir aracı ise silah satışları.
Katma değeri ve etkisi olan silah satışları sayesinde Fransa daha uzun vadeli siyasi ilişkiler kurabiliyor ve hem Fransız savunma sanayisinin gelişimini destekliyor hem de ekonomisine katkı sağlıyor. Fransa'nın Hindistan ve Mısır'a yaptığı Rafale savaş uçakları satışı bu politikaya birer örnek.
Benzeri bir durum Yunanistan'la kurulan ilişki için de geçerli. 2020 yılında Doğu Akdeniz'de yaşanan gerginlikle beraber harekete geçen Fransa Ocak ayında Yunanistan'a 12'si ikinci el olmak üzere 18 Rafale uçağı satışı anlaşması yaptı. Yunanistan'a toplamda 24 Rafale satışıyla bir AB ülkesi ilk defa bu uçakları satın aldı. Yeni satışlarla birlikte değerlendirildiğinde Doğu Akdeniz'deki gerginlik üzerinden Fransa'nın Yunanistan'a silah satışı son iki yılda 6 milyar avronun üzerine çıktı. Bu tutar şüphesiz Fransa için önemli ancak AUKUS'la beraber uğrayacağı 50 milyar avronun üzerindeki kayba kıyasla düşük kalıyor.
Öte yandan Fransa elde edeceği ekonomik kazancın yanı sıra Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile kurduğu ilişkiyi, siyasi kazanıma da tahvil etmek istiyor. Ancak kendi güç projeksiyonunu ve artırmak istediği stratejik özerkliğini AB gündemi haline getirerek geliştirmek isteyen Fransa'nın bu konuda da engellerle karşılaşınca -tıpkı NATO'yu "beyin ölümü gerçekleştiği" şeklinde eleştirdiği gibi- yakında AB'yi ve spesifik üyelerini de eleştirmeye başlaması şaşırtıcı bir gelişme olmaz.
YUNANİSTAN'IN KAYGISI
Yunanistan'ın Fransa ile yaptığı savunma anlaşmasındaki temel önceliğinin ne olduğu çok açık: Türkiye'yi dengelemek ve maksimalist hedeflerine ulaşmak. Küçük devlet psikolojisiyle neredeyse son 70 yıldır Türkiye'yi "Doğudan gelen tehlike" olarak değerlendiren Yunanistan, neredeyse bütün dış ve güvenlik politikasını Türkiye'nin etkisine ve gücüne karşı koymak; yapamazsa da sınırlandırmak üzerine kurmuş durumda.
Nitekim Yunanistan Ege Denizi'ndeki maksimalist taleplerinin yanı sıra Doğu Akdeniz'de de hak iddiasında bulunmakta. 2020 yılında gerginliği artırmasına ve geniş bir Türkiye karşıtı cephe içinde yer almasına rağmen Türkiye'nin kararlı duruşu ve artan caydırıcılığı nedeniyle Atina yönetimi amacına kısa vadede ulaşamayacağını fark etti ancak amaçlarından vazgeçmiş değil. Bir yandan askeri kapasitesini agresif bir şekilde artırmaya çalışırken diğer yandan kurduğu ve güçlendirdiği iş birlikleri üzerinden orta ve uzun vadede Türkiye karşısına daha güçlü bir şekilde çıkmayı amaçlıyor. Dolayısıyla Fransa-Yunanistan savunma anlaşmasını da bu politikada atılmış en güncel adım olarak değerlendirmek gerekir.
Anlaşma her ne kadar toprakların işgali durumunda askeri desteği içerse de burada toprak (territory) ifadesinden ne anlaşıldığı üzerinde tartışma yapılacak bir konu gibi duruyor. Zira Türkiye ile yaşadığı her uzlaşmazlığı ikili düzeyde görüşmek yerine bunları başta AB platformu olmak üzere uluslararasılaştırma yoluna giden Yunanistan her konuyu da olabildiğince farklı bir perspektiften değerlendirmekte. Bu nedenle Atina yönetiminin "toprak" konusunu Ege ve Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarını kapsayacak bir şekilde ele alması şaşırtıcı olmayacak.
Ancak burada akla gelen soru, Yunanistan'ın bu yaklaşımı Fransa tarafından nasıl karşılanacak? Sorunun cevabı aslında anlaşma metninde kısmen verilmiş durumda. Zira eğer Fransa Yunanistan ile aynı düşünseydi, anlaşma metnine "toprak işgali" yerine "egemenliğe zarar verilmesi" veya "toprak ve deniz yetki alanları" ifadesini koymak gayet mümkündü. Ancak bunun yerine sadece toprak ifadesiyle yetinilmiş görünüyor. Kaldı ki Fransa, Yunanistan'ın bu yaklaşımını kabul etse bile Türkiye'yi karşısına almada ne kadar ileri gidebileceği tartışma konusu.
Sonuç olarak, Fransa-Yunanistan savunma anlaşması büyük ölçüde Paris'in ihtirasları ve Yunanistan'ın kaygıları sonucunda ortaya çıkmış; stratejik değil, taktik bir adım. Bu girişimin Avrupa genelinde emsal olarak kabul edilip yaygınlaşması ihtimali oldukça düşük. Doğu Akdeniz veya Ege'deki hak ve çıkarlarını koruma noktasında Türkiye için kısa vadede caydırıcı olmaktan uzak. Bununla beraber Türkiye açısından önemsenmeyecek ölçüde değil ve takip edilmesi gereken bir adım.