En yaygın tanımlarından biri, anayasaların, insan hak ve özgürlüklerini teminat altına alan toplumsal sözleşmeler olduklarıdır. Bu yüzden de anayasalarda iki ana bölüm yer alır: Hak ve hürriyetler ve hak ve hürriyetleri koruyacak devletin yapılanması, işleyişi. Bu iki eksen, içerik açısından anayasaların omurgasını oluştururlarken, toplumun her kesiminin katılımı ve müzakeresiyle hazırlanmış olması da, demokratik meşruiyetlerini sağlar. Tanıma "toplumsal sözleşme" ibaresinin girme nedeni de budur.
Ne var ki, Cumhuriyet tarihi boyunca bütün anayasalarımız, askerlerin fiilen siyasetin içinde, hatta başında olduğu ya da darbe yapıp yönetime el koydukları dönemlerde hazırlandı. Toplum, darbecilerden bir an önce kurtulmak için, bu anayasaları oylayıp kabul etti.
12 Eylül darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası, yürürlüğe girdiği günden beri sürekli tartışıldı, neredeyse herkes tarafından eleştirildi. Farklı iktidarlar döneminde tam 21 kez değişikliğe uğradı ama otoriter ve anti-demokratik özünü koruduğundan, sürekli sorun üretmeye devam etti.
Bugün artık toplumun büyük bir kesimi, bu Anayasa'yla devletin ve toplumun yol alamayacağını düşünüyor; bundan ötürü de, bir "anayasa değişikliği" değil, "yeni bir anayasa" talep ediyor. Aslında, yeni anayasa talebi yeni bir talep değil. STK'lar, siyasi partiler, akademisyenler, düşünce kuruluşları ve çeşitli platformlar, öteden beri Türkiye'nin yeni toplumsal sözleşmesinin nasıl olması gerektiği konusunda çalışmalar yaptılar ve son derece değerli bir külliyatın oluşumuna katkıda bulundular. Anayasaya ilişkin birçok sorunun cevabını bu çalışmalarda görmek mümkün.
Ancak bu çalışmaların dağınık olması, anayasa çalışmaları yürütenler için önemli bir sorundu. Anayasal arayışları derli- toplu biçimde bir arada görmek ve anayasal taleplerin izlediği seyri karşılaştırmalı olarak gözleyebilmek mümkün değildi. Bu bağlamda, SETA'nın yeni çalışması, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ve Anayasa Önerileri (Madde Karşılaştırmalı)" büyük bir boşluğu dolduracak önemli ve öğretici bir kaynak.Özellikle yeni bir anayasa yapma konusunda toplumsal irade ile siyasi iradenin kesiştiği bu zamanda, Türkiye'de bugüne kadar yapılan anayasa çalışmalarını bir araya getirerek toplumun istifadesine sunmanın yararı üzerine söz söylemeye gerek yok. Bu çerçevede, Fazıl Hüsnü Erdem ve Yunus Heper tarafından hazırlanan söz konusu çalışma, sadece anayasa metinlerini ve önerileri madde karşılaştırmalı olarak bir araya getirmekle kalmıyor, aynı zamanda, farklı grupların üzerinde uzlaştığı ve ayrıştığı noktaların tespitini ve anayasa önerilerinin/ taleplerinin, zaman içinde nasıl bir değişim çizgisi izlediğinin görülmesini de sağlıyor.
Öte yandan, Türkiye'de toplum, ilk kez kendi anayasasını yapma fırsatını yakalamış gözüküyor. Meclis'te yer alan her dört parti de kendilerini ciddi ölçüde bağlamış durumdalar. Yeni anayasa konusundaki siyasi kararlılık, Meclis'te bulunan partilerin eşit düzeyde katılımla bir uzlaşma komisyonu oluşturmasını ve hatta kararlarını oybirliğiyle almak gibi birtakım çalışma ilkeleri belirlemelerini sağladı. Yine gözüken o ki, hiçbir parti masadan ilk kalkan durumuna düşmek istemiyor. Çok isabetli biçimde Uzlaşma Komisyonu üyeleri konuşmuyorlar, sadece dinliyorlar; Meclis Başkanı Cemil Çiçek, tüm siyasi tecrübesini, diplomasi becerisini, bu girişimin başarıyla sonuçlanması için adeta seferber etmiş durumda.
Komisyon'un oybirliği ilkesinin, süreci şimdiden çıkmaza soktuğu yolunda çeşitli yorumlar yapıldığını biliyoruz. Ancak bundan ötürü umutlarımızı yitirmemiz için hiçbir neden yok. Kaldı ki, Komisyon'un bu ilke kararıyla, Meclis Anayasa Komisyonu ve Genel Kurulu'nun çalışma ilkelerini ve matematik tablosunu birlikte değerlendirdiğimizde, bunun kendi içinde başlı başına bir denge işlevi görebileceğini de düşünebiliriz.
Ancak bu aşamada asıl üzerinde durulması gereken, Meclis'te neler olup bittiğinden çok, Meclis'ten gelen çağrılara sivil toplumun ne ölçüde karşılık verdiği olmalı. Çünkü partilerimizin masadan kalkmaması, daha doğrusu kalkamaması da, gerçekten bir toplumsal sözleşme olacak, herkesin içine sinecek, her kesimin hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak bir anayasa yapılabilmesi de, özellikle sivil toplumun tam da bu dönemde görüşlerini, talep ve beklentilerini ya da kaygılarını kamuoyuyla ve Meclis'le paylaşmasıyla mümkün. Diğer bir deyimle, siyasi temsilcilerimizi masadan kalkamayacak duruma getirmek, sivil toplumun elinde. Medyaya yansıyanlara, kamuoyuyla paylaşılanlara bakılırsa, bugüne kadar dile getirilmiş, Meclis'e sunulmuş çalışmaların sayısı ve muhtevası, itiraf ve kabul edelim ki, pek de yeterli düzeyde ve derinlikte, kuşatıcılıkta değil.
Yeni anayasaya dair görüşlerin, kanun yapma tekniğine uygun formülasyonlara dönüştürülerek sunulması gerekmiyor. Daha doğrusu, Meclis'in ihtiyacı, tekniğine uygun madde önerileri değil, toplumun neyi arzuladığını, neyi istemediğini öğrenmek. Eğer sivil toplum, nisan sonuna kadar kendi temsilcilerini görüş ve öneri yağmuruna tutmayı başaramazsa, onları masada tutmakta da zorlanabilir, yazın ya da yılsonunda anayasa meyvesini tatma imkânından da mahrum kalabilir. Herkes düşüncesini paylaşsın ki, uzlaşıyı, önce toplumda sağlayabilelim.