Türkiye,otuz bir yıl sonra, 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmaya fiilen başladı. Savcılar, 6 Haziran Pazartesi günü, Merkez Orduevi'ndeki lojmanında darbenin lideri Kenan Evren'in, 8 Haziran Çarşamba günü de darbenin lider kadrosundan Tahsin Şahinkaya'nın ifadesini yattığı hastanede aldılar. Darbe yaparak yönetime el koyan eski bir Genelkurmay Başkanı ve bir kuvvet komutanı ilk kez yargıya hesap verdi. Basına yansıyan haberlere göre, darbecilere on iki soru yöneltilmiş ve onlar da pişman olmadıklarını, yetkileri olsa, aynı koşullar altında aynı şeyleri yine yapacaklarını söylemişler. Üzerinden otuz bir yıl geçtikten sergiledikleri bu fütursuzluk ve pervasızlık karşısında insan ne diyeceğini şaşırıyor. Çünkü biraz vicdan ve haysiyet sahibi her insan, 12 Eylül'de yaptıklarından ötürü azıcık olsun utanmalarını, pişman olduklarını, yaptıklarını bugün için tasvip etmediklerini söylemelerini bekliyor.
12 Eylül'de neler oldu?
TBMM kapatıldı, Anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partiler kapatıldı ve mallarına el konuldu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi; 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişi asıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurt dışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde; 171 kişi işkenceyle öldürüldü. Cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi; 144 kişi kuşkulu bir şekilde, 14 kişi de açlık grevinde öldü. 16 kişi ''kaçarken'' vuruldu; 43 kişi intihar etti. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 937 film yasaklandı. Ve bunlar, sadece bir kısmı. Darbeciler, işledikleri bunca insanlık suçundan ötürü yargılanmamak için, kendilerine bir geçici maddeyle anayasal güvence getirdiler. Ancak herkes müşteki olmasına rağmen, bu geçici madde, otuz sene darbecileri korudu. Nihayet yine bir 12 Eylül günü yapılan referandumla halkın çoğunluğu, bu geçici maddenin kaldırılmasını onayladı ve darbecilerin yargılanmasının yolu açıldı. 12 Eylül mağdurları suç duyurularında bulundular ve şikâyet dilekçeleri savcılıklar arasında bir süre dolaştıktan sonra soruşturma açıldı ve darbecilerden hayatta kalan iki kişi yargıya ilk ifadelerini verdiler.
Adil yargılanma hakkı
Kuşkusuz, insanlık suçlarını işleyen darbecilerin de adil yargılanma haklarına ve işkence, zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmadan korunma hakları vardır ve bu haklarına saygılı davranmak, hukuk devletinin gereğidir. Adil yargılanma hakkının en önemli unsurunu da kanun ve yargı önünde eşitlik ilkesi oluşturur. Bu ilke ise, insanlar arasında ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüleri dolayısıyla ayrımcılık yapılmasını da, bazılarına ayrıcalık tanınmasını da yasaklar. Bu ülkeye ve tüm topluma büyük acılar çektirmiş olmasına rağmen, Kenan Evren'in, bir haksızlığa uğramasını istemeyiz. Ama darbe yapmak gibi ağır bir insanlık suçu işlemiş ve bugüne kadar da en küçük bir pişmanlık duymamış birilerine, diğer şüphelilere yapılan muameleden farklı biçimde özel bir saygı gösterilmesinin, ayrıcalık tanınmasının, sürdürülen yargılama süreçlerinin meşruiyetini başından itibaren tartışmaya açacağını da belirtmeliyiz. Öte yandan, bu dosyaya bakan savcıları, yarın bakacak olan hâkimleri de anlıyoruz. Çünkü yüksek yargı görevlilerinin büyük bir bölümünün, 1980'de Evren'e bağlılıklarını ilk bildirenler arasında olduğunu ve Evren'le ilgili iddianame hazırlayan savcıların görevden alındığını biliyoruz. Ama artık darbe teşebbüsünde bulunan muvazzaf subaylarını, generallerini sorgulayıp tutuklayan, görevini ihmal eden alay komutanlarını görevden alan yeni bir Türkiye var. Yani bu dosyaya bakan yargı görevlilerinin Türkiye'nin gelmiş olduğu noktayı iyi kavramaları ve bizleri, yargı sürecinin sahiciliğinden, etkililiğinden ve adilliğinden yana kuşkuya düşürmemeleri gerekiyor. Aksi halde, toplum vicdanının rahatsızlığı da, yeni darbe girişimleri, hazırlıkları da sürecek demektir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: 27 Mayıs'ın hesabı sorulmadığı için 12 Mart; 12 Mart'la yüzleşmediğimiz için 12 Eylül oldu. Bütün dünya, darbecileriyle yüzleşip hesaplaşırken, onları cezaevlerine gönderirken, biz kendilerine bir zarar gelmesin diye özel koruma altına aldık, kendilerine hürmette kusur etmemeye özen gösterdik. Bu yüzden de 28 Şubat'lar, Sarıkızlar, 27 Nisanlar, Balyozlar birbirini kovaladı. Oysa darbe tehlikesinden emin olmanın yolu, darbecilerle bir an önce yüzleşmekten, onlara hukuk kuralları çerçevesinde hesap sormaktan ve işledikleri suçlardan ötürü hak ettikleri biçimde kendilerini cezalandırmaktan geçiyor.