Avrupamerkezcilikle ilgili yapılan çalışmalarda Batı'nın kendini merkeze alarak karşısındaki toplumları arzu ettiği şekliyle belirleme eğiliminin yüzyıllar önceye dayanan bir geçmişi olduğu ortaya konmuştur. Özellikle kendisini 'efendi' karşısındakini ise 'köle' olarak gören bu üstenci tavır dünya üzerindeki herhangi bir toplumu kendi standartlarına göre değerlendirme ve yargılama hakkını kendinde görebilmektedir! Batı'nın geçtiğimiz yüzyıllar içerisinde geliştirdiği bu oryantalist tavır günümüzde çok daha farklı bir boyut kazanarak İslamofobiye dönüşmüştür.
İlk olarak 1997'de yayınlanan bir raporda kullanılan İslamofobi kavramı hakkında uluslararası alanda oldukça geniş bir literatür oluştu. Bu alanda yürütülen çalışmalar incelendiğinde İslamofobi kavramının günümüzde çok daha büyük bir problem halini aldığı görülmektedir. İslamofobi özellikle Batı toplumlarında İslam karşıtlığının daha da ötesine geçerek İslam nefreti hatta İslam düşmanlığına dönüşmüş durumdadır. Batı'da camilere ve mescitlere dönük saldırılar düzenlenip, başörtülü kadınlar taciz edilip, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim tahrip edilmeye çalışılırken, Peygamber Efendimize dönük iftiralar ortaya atılıyor.
Batı toplumlarında antisemitizm olarak nitelendirilen Yahudi karşıtlığı ise bir suç olarak görülmektedir. Gerek üniversitelerde yapılan yayınlarda gerekse medyada antisemitizm Batı'nın en hassas olduğu konulardan biri olarak dikkat çekmektedir. Bununla ilgili olarak birçok ülkede hukuki altyapılar oluşturulmuş durumdadır. Fakat bunun karşısında İslam dinine dönük nefret söylemlerine ilişkin herhangi bir yasal düzenleme yapılmadığı gibi nefret söylemini normalleştirmeye dönük çabalar içerisine girildiği görülmektedir. Bu bağlamda İslam dininin kutsallarına ve Müslümanlara dönük saldırılar ifade hürriyeti çerçevesinde sunulmaya çalışılıyor. Oysa tarihin hiçbir döneminde kutsala dönük hakaretler ifade hürriyeti olarak görülemez. Bir insanın inancına, diline, ırkına, derisinin rengine, kutsalına dönük hakaret ifade hürriyeti olamaz.
İslamofobi Batı'da sadece politik alanda üretilmiyor. Aşırı sağcı, ırkçı partilerin geliştirdiği politik bir söylemle sınırlı bir durumdan söz etmek mümkün değil. İslamofobinin üretildiği alanların başında, demokrat kimlikleriyle kendilerini sunan, kitle iletişim araçlarını kontrol eden yapılar geliyor. Uzun yıllardır Hollywood sinemasının ideolojik bir araç halini aldığına dönük ciddi akademik çalışmalar yapıldı. Özellikle 2000'li yıllardan itibaren Hollywood'un, oluşturduğu stereotipler üzerinden İslam'ı tanımlama çabasının, sistematik bir şekilde İslamofobi üreten bir mekanizmaya dönüştüğü bilimsel alanda örnekleriyle ortaya kondu. Bunun yanı sıra Batı medyasında İslamofobik yaklaşımlara açıkça yer verilmektedir. Medyada yahut akademide üretilen içeriklerde Batı dışı kültürler ve toplumlar geri, çağdışı, modernlik karşıtı karakterde yapılar şeklinde sunuluyor. Ötekileştirilen Müslüman toplumuna dönük yayınlarla İslam'ın şiddet üreten, savaşçı bir kültür olduğu algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Medyada üretilen bu negatif algının neticesinde ise Müslümanlara dönük bazı yasakçı uygulamalar farklı ülkelerde gündeme getirilmeye çalışılıyor.
Geleneksel medyada üretilen bu nefret söylemi sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte ise çok daha farklı bir noktaya doğru evrilmiş durumdadır. Çağımızda İslamofobinin üretildiği en etkin alanlardan birisi de sosyal medya mecraları olmuştur. Sosyal medyanın çok daha hızlı bir şekilde daha geniş çevrelere ulaşması bu alanda yürütülen saldırıların temel motivasyonlarının başında gelmektedir. Artık geleneksel medyada üretilen yalan yanlış içerikler sosyal medya marifetiyle dünyanın dört bir yanına ulaştırılmaya çalışılmaktadır. Dijital dünya Batı'da İslam'a karşı yürütülen mücadelenin bir silahı halini almıştır. Dijital dünyada İslam'ın ve Müslümanların aleyhine son derece sistemli bir dezenformasyon faaliyeti yürütülmektedir. Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan içerikler sosyal medyada yaygınlaştırılarak İslam nefretinin artması için kullanılmaktadır. Çağımızda dezenformasyon en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Toplumun doğru bilgiye ulaşmasını engelleyen, kişilerin davranışlarını manipüle eden, belli odakların kitleleri kontrol etmek için bir araç olarak kullandığı, terör örgütleri tarafından kaos ortamı oluşturmak için kullanılan dezenformasyon hakikatin zeminini sarsmaktadır.
Bu nedenle özellikle Batı coğrafyasında gerek geleneksel medyada gerekse dijital medyada geliştirilen nefret söylemine karşı, İslam'la ilgili dezenformasyonun önüne geçebilecek, doğru bilgilerin yaygınlaşmasını sağlayacak bir medya düzeninin oluşması için Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak paydaşlarımızla birlikte iki önemli organizasyon gerçekleştirdik. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın destekleriyle 2. Uluslararası Medya ve İslamofobi Forumu'nu Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Erciyes Üniversitesi ve Ankara Bilim Üniversitesi olarak birlikte düzenledik. Oturumlarda nefret söyleminin kitle iletişim araçlarıyla nasıl üretildiği ve bu medya düzenine karşı neler yapılması gerektiği etraflıca tartışıldı.
Geleneksel ve dijital medyada en önemli sorunlardan biri haline gelen dezenformasyona dikkat çekmek ve gerçeğin bilinçli bir şekilde çarpıtılmasına karşı ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve Uluslararası Medya Enformasyon Derneği işbirliği ile "Görsel ve İşitsel Medyada Dezenformasyonla Mücadele" konulu bir çalıştay gerçekleştirdik. Bu çalıştayda da dezenformasyon karşısında yürütülmesi gereken çalışmalar masaya yatırıldı. Çalıştayda dezenformasyonla mücadele konusunda resmi kurumların, teknoloji şirketlerinin, sivil toplum örgütlerinin, bilim insanlarının ve gazetecilerin birlikte çalışması gerektiği hususu özellikle vurgulandı.
İçinde yaşadığımız çağın iletişim sorunlarına karşı RTÜK olarak görev ve sorumluğumuz çerçevesinde mücadele etmeye, sorunu tespit edip, çözüm önerilerini ortaya koymak için çalışmaya devam edeceğiz. Ülkemizin dünyanın en saygın ve güçlü medya kuruluşlarına sahip olarak İslamofobi ve dezenformasyonla mücadele gibi konularda etkin bir rol alması için çalışmalarımızı arttırarak sürdüreceğiz. İslamofobinin gündelik hayatın neredeyse bir rutini haline dönüştürülmesinde medya nasıl aktif bir rol üstlenmişse yine aynı mecralar üzerinden bu algıların yanlışlığı ve doğru bir İslam algısının nasıl olması gerektiği ile ilgili etkin bir çaba gösterilmelidir. Bu faaliyetlerin olumlu sonuçlar vermesi ise beslendiğimiz kaynakların doğruluğu ve kullandığımız dilin etkinliği ile mümkün olabilir. İslam dinine ve inananlarına yönelik dozajı her geçen gün artan nefretin önüne başka türlü geçemeyiz.