2024'ün seçimler yılı olacağı artık her analizin girizgahı haline gelmiş durumda. Birleşmiş Milletler (BM)'e kayıtlı ülkelerin yaklaşık üçte birinde bu yıl seçimler gerçekleştirilecek ve yeni bir karmaşıklık çağına doğru emin adımlarla ilerleyen küresel sistemde, bu gidişatın çarklarını döndüren ülkelerin geleceği belirlenecek.
1971 yılında Çin Halk Cumhuriyeti'ne devrettiği koltuk nedeniyle BM çemberinin dışında olmasına rağmen seçimler silsilesinin başlatma vuruşu kendisine verilmiş olan Tayvan ise geçtiğimiz hafta tarihinin en kritik seçimlerden birini yaşadı. Zira Tayvan, her ne kadar dışında kalsa da o çemberi ateşe verebilecek jeopolitik krizlerden birinin baş aktörü konumunda.
Tayvan Seçimlerini Anlamak
13 Ocak Pazar günü gerçekleştirilen başkanlık seçimi, gerek seçime giren adaylar özelinde gerekse seçim sonucunun ABD-Çin arasındaki büyük güç rekabetine getireceği etki nedeniyle oldukça bıçak sırtı bir pozisyondaydı. Seçime iktidar koltuğundaki Demokratik İlerleme Partisi'nin (DPP) eski başkan yardımcısı ve yeni başkan adayı olarak giren Lai Ching-te, temel olarak Tayvan'ın otonomisine ve demokratik geleceğine vurgu yapan bir seçim kampanyası yürüttü. Özellikle başkan yardımcısı olarak tercih ettiği isim olan Hsiao Bi-khim, Tayvan'ın eski Washington Temsilcisi olarak hem DPP'nin gelecek stratejilerinin bir öngörüsünü sunuyor hem de Boğazlararası ilişkilerde ABD'nin dengeleyici olarak görüldüğü bir politikayı temsil ediyordu. Netice itibariyle de başkanlık seçimlerini kazanmayı başardı.
Diğer taraftan Tayvan'ın kurucu partisi olan Kuomintang (KMT), yerel seçimlerde elde ettiği ivmenin özgüveni ile seçime New Taipei Belediye Başkanı Hou Yu-ih'i aday göstererek iddiasını güçlü bir şekilde ortaya koymuştu. KMT'nin özellikle Çin ile ilişkilerde diyalog kanallarını açık tutmak ve Boğazlararası ilişkileri ABD gibi bölge dışı aktörleri dahil etmeden yürütmek yönündeki stratejileri, Tayvan'daki bağımsızlık yanlısı kitleler tarafından destek görmezken, özellikle Çin ile savaş geriliminden yorulmuş olan kitleleri yakalamayı başarmıştı. Nitekim konuşmalarında "Hükümet, gençlerin hayallerini inşa etmelerine yardımcı olmanın yanı sıra gençlerin savaşa gitmesine izin vermemeli. Çin-Tayvan ilişkilerine iyi bakmalı ve savaşı önlemeli." tarzı ifadeleri sık geçiren Yu-ih, her ne kadar seçimi kaybetmiş olsa da kazandığı oy oranıyla dikkat çekiciydi. Zira kendisine oy veren yüzde 33,49'luk kitlenin özellikle Çin'in ardışık tatbikatlarla bölgeye getirdiği "Yeni Normal"den yorulan ve gerilimin düşürülmesini talep eden ciddi bir yoğunluğu temsil ettiğini görmek önemli.
Seçimde oyların yüzde 26,46'sını alıp üçüncü parti olarak çıkan Tayvan Halk Partisi (TPP) adayı Ko Wen-je, özellikle zıt kutuplarda konumlanan diğer iki partiye nazaran daha orta yolcu bir strateji isteyerek Tayvan'daki genç kitlelerin ciddi desteğini almıştı. TPP'nin seçimin ardından parlamentoda yasama kararlarını belirleyecek parti olması ise demokrasinin önemli bir cilvesini gözler önüne seriyor. Seçimi her ne kadar mevcut iktidar partisi DPP kazanmış olsa da parlamentodaki sandalye çoğunluğunu KMT'ye kaptırmış durumda. Bu noktada matematik, seçimin üçüncü partisi olan TPP'nin lehine işliyor. DPP'nin parlamentodaki sandalye sayısı 51, KMT her ne kadar çoğunluğu almış olsa da 52 sandalyeye sahip. Dolaysıyla aradaki fark yalnızca bir oy anlamına gelmekte. Toplam sekiz sandalyeyle parlamentoda temsil edilen TPP ise rüzgârın yönünü belirleyici parti olarak yasama kararlarında mevcut gücü elinde tutuyor. Esasında bu oldukça önemli bir denge. Özellikle de bu üç partinin bağımsızlık yanlısı duruştan Çin yanlısı duruşa dağılımı DPP, TPP, KMT şeklinde sıralandığında TPP dengeyi sağlama pozisyonunu hem seçim döneminde hem de parlamento da elde etmiş gibi duruyor. Ancak iç politikada çok taraflılığı bir şekilde elde etmiş olan Tayvan'ı dış politikada her zamankinden daha sert rüzgarlar bekliyor.
Ejderha'nın Sabrı Tükenirken Tayvan'ın Geleceği
Tayvan seçimleri her ne kadar Asya kıtasının en doğusundaki küçük bir adanın geleceğini belirlemiş olsa da küresel sistemin bölünmüşlüğünü ve kırılganlığını görmek açısından önemli bir turnusol kâğıdı niteliğinde. Tayvan bilindiği üzere ABD ve Çin arasındaki mücadelenin en önemli noktalarından biri konumunda. Tayvan'ın jeopolitik konumu, demokratik değerleri ve yarı iletken endüstrisindeki lider pozisyonu ABD için onu "NATO dışı başlıca müttefik" pozisyonuna yerleştirirken; Çin açısından Tayvan asla dokunulmaması gereken bir kırmızı çizgi ve Çin'in ulusal gençleşmesine giden yolda ulaşılması gereken önemli bir hedef.
Bu iki güçlü aktörün Tayvan üzerindeki zıt görüşleri esasında küresel sistemin mikro örneğini yansıtmakta. Nitekim Tayvan seçimlerinin neticesi de bu durumu gözler önüne serdi. Seçim sonuçlarının ilanının ilk dakikalarında başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm dünyadan iletilen yoğun tebrikler Çin tarafından sert bir dille eleştirildi ve pek çok ülkeye yönelik tehditkâr bir üslup kullanılarak Tek Çin ilkesi hatırlatıldı. Seçimlerin ardından Çin'in "sınırsız ortak" olarak uluslararası topluma ilan ettiği Rusya, Tayvan'ın bağımsızlığına karşı olduğunu belirten bir açıklama yaptı. Ayrıca Çin Dışişleri kaynaklarına göre Endonezya, Vietnam, Kamboçya, Laos, Bangladeş, Filipinler, Sri Lanka, Nepal, Güney Afrika, Mısır, Etiyopya, Zimbabve, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Belarus, Sırbistan, Macaristan, Papua Yeni Gine, Küba, Venezüella, ŞİÖ ve Arap Birliği ise açıklamalar ve basın bildirileri yayınlayarak tek Çin ilkesine bağlılıklarını ve Çin'in kalkınmasına sıkı desteklerini açıkça teyit ettiler.
Ancak bu sahne dünyanın Tayvan üzerinde iki ayrı kutba bölünmesinden ziyade ABD liderliğindeki mevcut küresel sistemin yaşadığı çatlaklar karşısında alternatif arayan ülkelerin çok kutupluluk söylemlerinin gölgesinde yeni bir rüzgâra doğru yönelişini göstermekte. Bu durumun bir diğer örneği ise seçimden birkaç gün sonra Tayvan ile diplomatik bağlarını kopartarak Çin ile diplomatik ilişkiler kurduğunu belirten Pasifik'teki ada ülkesi Nauru'dan geldi. Taipei yönetimi açısından Tayvan'ın demokratik başarısının bastırılması için Çin tarafından planlanmış bir olay olan bu süreç, Boğazlararası ilişkilerde Çin'in elinde tuttuğu araçlardan yalnızca birini sunmakta.
Özellikle 2022 yılında ABD'nin o dönemdeki temsilciler meclisi başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan'ı ziyaretiyle başlayan ve literatüre "Yeni Normal" olarak geçen süreç, Çin'in aralıksız tatbikatlar ve tacizler yoluyla Tayvan Boğazı'ndaki gerilimi daima yüksek tuttuğu bir aşamaya evrildi. Çin'in Tayvan stratejisinde bilinen en net husus 2049 yılına kadar Tayvan'ın anakaraya dahil edileceğinin bir emir niteliği taşıdığı ve mevcut Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in kendi iktidarı döneminde bunu gerçekleştirmek için ciddi motivasyona sahip olduğu gerçeğidir. Ancak mevcut şartlar göz önüne bulundurulduğunda ve olası bir Tayvan işgalinde ABD'nin vereceği yanıtın belirsizliği düşünüldüğünde, Çin'in bu tür bir hedefi saldırgan yollardan ziyade barışçıl biçimde gerçekleştirmek için son raddeye kadar şansını deneyeceği görülmektedir.
Halihazırda askeri modernizasyon sürecinde bulunan ve ordudaki iç karışıklıklar nedeniyle sarsıntılar yaşanan Çin Halk Kurtuluş ordusunun ABD ile Tayvan üzerinden bir sıcak çatışmaya girmesi, mevcut durumda plan aşamasında olan bütün stratejilerin sekteye uğraması manasına gelmektedir. Ayrıca ABD ve Çin arasında San Francisco'da başlayan yumuşama havası açık bir mücadeleden ziyade gölge savaşlarını ön plana çıkarmaktadır. Bu kapsamda ilerleyen süreçte Tayvan konusunda fiziki, diplomatik ve söylemsel baskının artırıldığı, ancak askeri müdahalenin son tercih olarak kalmaya devam ettiği bir atmosferin hakim olacağı öngörülebilir.