2016 yılı Türkiye açısından büyük meydan okumaların yılı olarak tarihe geçti. Türkiye bir yandan Irak ve Suriye hattında devam eden küresel bir güç mücadelesinin ihraç ettiği terör ile baskı altına alınırken diğer yandan ise 15 Temmuz darbe girişimi ile yüzleşmek durumunda kaldı. Darbe girişimi sonrasında ise simbiyotik şekilde birbirlerinden beslenen terör örgütleri FETÖ, PKK ve DEAŞ sosyal fay hatlarını tetikleyecek eş zamanlı terör saldırıları gerçekleştirerek adeta bir iç savaş zemini üretmeye çalıştılar.
Sonuç olarak 2016 yılı boyunca Türkiye bir şekilde edilgen kılınarak tüm Ortadoğu coğrafyasını yeniden dizayn eden oyunun dışına itilmek istendi ama bu girişimler başarısız kılındı. Güçlü siyasal liderlik ve Türk milletinin gösterdiği feraset bu saldırıları etkisiz kılarken, Türkiye yeni bir "güvenlik doktrini" ilan ederek bu saldırılara karşılık verdi. Önleyici vuruş prensibiyle ulusal güvenliğini temin etmek adına sınır ötesini de kapsayacak şekilde hamleler yapmaya başladı. PKK'ya yönelik ofansif bir mücadele yönetimi benimserken, Fırat Kalkanı Harekâtı ile de Suriye'de muhataplarına benim güvenliğimi tehdit edecek hamleler yapamazsınız dedi. Irak'ta ise Başika'da Musulluları DEAŞ'a karşı eğitmeye devam etti.
Ortadoğu'da mevcut statükonun sarsıldığı, devlet otoritelerinin aşındığı kaotik bir geçiş sürecinin içerisindeyiz. Bu bağlamda Türkiye açısından 2017'nin güvenlik parametrelerini de 2016'ya paralel şekilde bölgesel güç mücadelesi ve bunların Türkiye'ye yansımaları belirleyecek. Irak ve Suriye'de vekalet savaşlarını bitirecek siyasal bir düzen üretilmediği takdirde, Türkiye'den rahatsız olan odaklar, FETÖ, PKK ve DEAŞ gibi terör yapılanmalarını Türkiye'ye karşı kullanmaya devam edecek.
Yukarıda ifade edilen gerçek ışığında, Türkiye devlet aygıtlarını bölgesel kaos ve vekalet savaşlarının oluşturduğu güvenlik risklerinin farkındalığıyla yeniden dizayn etmeye öncelik vermeli.
Yeni "Cumhurbaşkanlığı Sistemi" altında güvenlik bürokrasisinin sil baştan kurgulandığı ciddi bir reform yapılmalı. Yeni oluşan ihtiyaçlara yönelik kapasite inşasına odaklanılmalı. Savunmada değil tehditleri doğrudan kaynağında bertaraf etmeye yönelik ofansif stratejisini sürdürmeli.
Sadece Türkiye sathında değil Irak ve Suriye'de de sınır ötesi harekâtlar ve operasyonlara devam ederek ulusal güvenliğini tesis etmeye yönelik adımlar atmalı. Vekil unsurları kullanabilmeye yönelik kapasite inşa etmeli. Bölgesinde caydırıcı bir güç haline gelmeli. Türkiye nihayetinde "coğrafya kaderdir" anlayışıyla güvenlik parametrelerini içinde bulunduğu bölgenin gerçeklerine göre yeniden tesis etmeli, başka bir şansımız da yok.