Dünya pek çok açıdan farklı bir dönemden geçiyor. Demokrasi ve özgürlüklerin beşiği Batılı ülkelerde aşırı sağ hareketler yükselişini sürdürürken Doğu'da ise Çin'in önemli bir rol oynadığı yeni ittifaklar şekilleniyor. Ekonomilerde ise Covid-19 pandemisinin etkileri henüz tamamıyla aşılabilmiş değil. Tüm bunlar şüphesiz enerji meselesi ile de yakından ilgili. 2020 yılından bu yana enerji piyasaları önce pandemi, ardından beklenenden hızlı gerçekleşen normalleşme eşliğinde artan talep ve son olarak Ukrayna Savaşı'nın etkisiyle rekor düzeyde düşen ve yükselen fiyatlarla karşı karşıya kaldı. Bu durumun enerji ithalatçısı ülkeler kadar enerjiyi ihraç eden ülkelerde de yansıması oldu. Küresel ısınmanın artması ve hızlıca eyleme geçilmesi tartışmalarını da denkleme eklediğimizde bir konu daha fazla öne çıkmaya başlıyor; enerji yatırımları yenilenebilir odaklı mı yoksa hidrokarbon ağırlıklı mı olmalı?
Enerjide Dışa Bağımlılığı Azaltmak için Yenilenebilir
Dışa bağımlılığın azaltılması hedefiyle görünürlük kazanan rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlar iklim değişikliği endişeleri eşliğinde 2000'li yıllar itibariyle artış eğilimine girmişti. 2004 yılında ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerde yapılan ve rüzgar enerjisi alanında yoğunlaşan yatırımlar 50 milyar dolar seviyesinin biraz üzerinde iken 10 yıl içinde gelişmekte olan ülkelerin güneş yatırımlarının başı çektiği bir tabloda 300 milyar dolar seviyesini aştı. 2021 yılına gelindiğinde küresel elektrik enerjisi yatırımlarının yüzde 70'ini yalnızca yenilenebilir enerji yatırımları oluşturuyordu. Bu süreçte petrol ve doğal gaz alanında faaliyet gösteren çok sayıda şirket de yatırımlarını yenilenebilir enerji alanına kaydırma veya operasyonları sırasında ortaya çıkan karbon salımlarını azaltacak şekilde yatırımlar yapma baskısıyla karşılaştı. Ancak bunun başarılı olduğunu söylemek çok zor zira 2020 yılında hidrokarbon alanında faaliyet gösteren şirketlerin yatırımlarının yalnızca yüzde 1'i temiz enerji alanındaydı.
2022 yılında ise Ukrayna Savaşı beraberinde sertleşen küresel enerji krizi yenilenebilir enerji yatırımlarında 2020 yılından sonraki en yüksek artışı beraberinde getirdi. Küresel ölçekte yaklaşık 50 gigawat artan yenilenebilir enerji kurulu gücünün büyük bir kısmını Çin ve AB'nin devreye alması önemli. Çin 10 yıldan uzun bir süredir tek başına dünyada en fazla yenilenebilir enerji yatırımı yapan aktör. Yatırımlarını yalnızca elektrik enerjisi üretimi alanında yapmakla kalmayıp teknolojilerine de ciddi kaynak ayırarak bugün dünyanın en büyük güneş paneli ve rüzgar türbini üreticisi haline gelmiş durumda. 27 ülkeli AB de yenilenebilir kaynaklara yapılan yatırımların karşılığını en fazla alan bölgelerden biri. AB-27, 2022 yılında ilk kez yalnızca rüzgar ve güneş enerjisi teknolojileri ile doğal gazdan daha fazla elektrik üretti. Aynı yıl her iki kaynaktan üretilen elektrik kömürden üretilen elektrik miktarını da geride bıraktı. Rüzgar ve güneşe hidroelektrik ve nükleer gibi diğer fosil enerji hariç kaynaklar da eklendiğinde yaklaşık yüzde 55'lik bir pay ortaya çıkıyor. Bu da yine AB tarihinde bir ilk.
Fosil Yakıt Talebi Toparlanıyor, Yatırımlar Sürüyor
Yenilenebilir yatırımları ve yenilenebilirden üretilen enerji miktarı artarken fosil enerji kaynaklarına olan talep de artmaya devam ediyor. Pandeminin ekonomiler üzerindeki etkisi henüz tam olarak giderilememiş olsa da petrol talebi 2020 öncesindeki 100 milyon varil/gün seviyesine yaklaşmış durumda. Bu durum bize açıkça yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım artsa da petrol talebinin korunmaya devam edeceğini gösteriyor. Keza Norveç gibi elektriğinin yüzde 90'ından fazlasını yenilenebilir kaynaklardan üreten ve elektrikli araçların oranını petrol yakıtlı araçlar karşısında hızla artıran bir ülkede dahi petrol talebinin sabit kaldığı görülüyor. Uluslararası Enerji Ajansı yenilenebilir yatırımlarının artış hızının devam etmesi ve kapasite artışlarının yaklaşık 3 kat yükseltilmesi halinde petrol talebinin 2028 yılında tepe noktasına ulaşacağını ve bu tarihten itibaren azalmaya başlayacağını tahmin ediyor. Ancak kurumun öngörülerinin sıklıkla eleştirildiğini ve her zaman gerçeği yansıtmadığını da belirtmek gerek. En büyük petrol üreticisi ABD'nin Biden'ın kampanya döneminde hidrokarbon üretimini azaltma ve iklim hedeflerini artırma vaatlerine rağmen petrol üretimini artırmaya devam ettiğini ve söz konusu artışın 2050 yılına dek sürmesinin beklendiğini de ekleyelim.
Petrolün yanı sıra doğal gaz ve kömür talebinin de bir süre daha artmaya devam edeceği bekleniyor. En büyük enerji tüketicisi olan Çin'in yenilenebilir yatırımlarının yanı sıra kömür yatırımları da artıyor. Ülkede inşası süren kömür yakıtlı termik santraller kapasite bakımından dünyanın geri kalanındaki kömür yakıtlı santral projelerinin 6 katı büyüklüğünde ve 2025'te elektrik üretiminde kömürün payının yüzde 55'ten fazla olacağı öngörülüyor.
Doğal gaz ise yeniden düşük emisyonlu enerji sistemlerine geçişte en önemli yakıt olarak öne çıkıyor. Yenilenebilirdeki mevsimsellik etkisinin halen giderilememiş olması buradaki önemli belirleyicilerden biri. Aralarında Shell, Total gibi büyük hidrokarbon şirketlerinin yer aldığı çok sayıda kuruluş doğal gaz yatırımlarını sürdürme kararı alıyor. Örneğin yaptırımlar sonrasında İran ve Rusya'dan çekilen çok sayıda şirket operasyonlarının bir kısmını ABD'ye kaydırmış durumda. Zira LNG talebinin artmaya devam edeceği beklentisi de Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinin ve yükselen Asya devletlerinin yeniden gazlaştırma terminalleri ve FSRU yatırımlarıyla anlam kazanıyor.
Uzun dönemli kontratlardan uzak durma kararı alan AB ülkelerinin LNG talebini güvence altına almak için ABD ve Katar gibi önde gelen üreticilerle anlaşmak için sıraya girdiği de biliniyor. 2022-2023 kış sezonunda beklenenden ılık geçen kış şartlarının yardımıyla azalan gaz talebi Kremlin'in gaz akışını depoların son yılların en yüksek doluluk oranına ulaştığı anda kesmesiyle birleşince beklenenden daha hafif bir imtihan veren Avrupa'nın şansının her zaman yaver gitmeyeceği ve güvenilir tedarikçilere ihtiyaç duyduğu açık. Ayrıca Avrupa özelinde gazdan üretilen elektrik miktarının rüzgar ve güneşten üretilen elektriğin altında kalmasında artan gaz fiyatlarının da etkili olduğunu unutmamak gerek. Demir-çelik, kimya ve gübre gibi gaz yoğun sektörlerden çok sayıda sanayicinin de yükselen fiyatlar nedeniyle kapasite azalttığını veya üretimi durdurduğunu, gaz talebinin azalmasında bu durumun da önemli rol oynadığını belirtelim.
Yalnızca elektrik sektöründe bile yüzde 100 yenilenebilire geçmenin hala mümkün olmadığı bir ortamda fosil enerji yatırımlarının zayıf kalması pandemi sonrası ortaya çıkan arz krizine benzer bir krizi yeniden tetikleyecektir. Covid-19 döneminde azalan fosil yakıt talebi bazı ülkeler ve şirketler için yanıltıcı olmuş ve yenilenebilir yatırımları artırılırken hidrokarbon yatırımları azaltılmıştı. Pek çok ülkede çok sayıda rafineri de yine bu dönemde kapatıldı. Bu durum petrol ürünleri talebinin artmasına ve ham petrol ile petrol ürünleri arasındaki fiyat marjının yaklaşık iki katına çıkmasına neden olmuştu. Bu nedenle ham petrol ve LNG yatırımlarının yanında rafineri yatırımlarının devam etmesi de yeni bir arz krizi ile karşılaşmamak adına önemli.