Uzun ve zorlu bir müzakere döneminin ardından nihayet TBMM, İsveç'in NATO üyeliğini onayladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'nin İsveç'in NATO'ya üyeliğini onaylaması şüphesiz mevcut siyasi iradenin bir yansıması. Türkiye her ne kadar süreci ertelese de ABD, F-16 satışını fiilen İsveç'in NATO üyeliğinin onaylanmasına bağlamış durumdaydı. Biden Yönetimi kamuoyu önünde bu bağlantıyı hiç kabul etmemesine rağmen Kongre üyeleri bu gerçeği açıkça ifade etmekten hiç imtina etmedi. Ancak Türkiye'nin onayına rağmen F-16 satışının yine de Türkiye karşıtı temayülün çok güçlü olduğu ABD Kongresi'nde engellenmesi ihtimali bulunuyor.
Buna rağmen Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine onayı, 14-28 Mayıs 2023 genel seçimleri sonrasında uygulamaya konan Türk dış politikası "Ticaret Devleti 2.0" ile açıklanmalıdır. Türkiye, bir bütün olarak hem bölgesel hem de küresel anlamda ekonomik ve jeopolitik maliyetlerini minimize etme döneminden geçiyor. Türkiye'nin özellikle Ortadoğu bölgesinde uzun süredir yürüttüğü ve artık pek çok ülkeyle çok daha ileri seviyelere ulaşan normalleşme süreçleri bu dönemin en somut göstergeleri oldu. Türkiye seçimden sonra ise bölgedeki normalleşme çabalarını genel anlamda Batıyla ilişkilere de teşmil etmek istedi. Yunanistan'la ilişkilerde yaşanan yumuşama ve imzalanan yeni anlaşmalar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın herkesi "şaşırtan" Türkiye'nin AB üyelik sürecini canlandırma çağrısı bu temayülün örnekleriydi. Bölgesel ölçekte şimdiye kadar Türkiye'ye maliyet üreten aktörlerle normalleşme yürütüldüğü gibi Türkiye'ye önemli jeopolitik maliyetler üreten başta ABD olmak üzere Batı ile de normalleşme amaçlandı. ABD gibi uzun yıllardır en hayati konularda anlaşmazlık içerisinde olduğumuz bir aktörle olan ilişkilerde başarı kriteri elbette çok daha farklı bir seviyede belirlenmeli. Buna göre Türkiye ile ABD arasında –var olan ciddi sorunlara ek olarak- yeni gerilim konularının ve alanlarının ortaya çıkmasının önlenmesi öncelik olarak görülmeli. F-16 satışı ile birlikte mevcut başarı seviyesi bir üst noktaya da ulaşabilir.
Hamas'ın Aksa Tufanı saldırısından sonra İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği ve devam eden soykırım, Pakistan'dan Kızıldeniz'e kadar geniş bir bölgede pek çok çatışmayı ve tırmanmayı tetikledi. Çok daha makro ölçekte uzun süredir bütün dikkatini ve enerjisini Çin'i çevrelemeye adamış olan ABD, toplam deniz ve hava gücünün yarısını bölgeye taşıdı. Bölgenin hemen her noktasında -Yemen, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan ve İran'da- terör eyleminden suikastlara, hava akınlarından balistik füze saldırılarına kadar pek çok çatışma unsuru bölgenin tamamında derin bir güvensizlik ortamı yaratıyor. Bizim de yakın zamanda Irak'ın kuzeyinde verdiğimiz 9 şehitle birlikte doğrudan hissettiğimiz bu güvensizlik ortamı, Türkiye'nin harbe hazırlık seviyesi ile savunma sanayii ürün ve bileşenlerinde hiçbir zaafın tolere edilemeyeceği bir durumla karşı karşıya olduğumuzu hissettiriyor. Uluslararası alanda uzun süredir erozyona uğramış olan "ilkeler", "kurumlar", "değerler" ve "hukuk", Gazze'deki soykırıma verilen sınırsız destekle eskisinden çok daha anlamsız ve dikkate alınmayan unsurlara dönüştü. Bu ise her bir devlet için "kendi başının çaresine bakması" gereken son derece anarşik bir ortamı yaratıyor.
7 Ekim'den bu yana bölge çapında ve bölgenin ötesinde pek çok aktörü ve konuyu etkilemiş olan İsrail'in Gazze soykırımının, Türkiye ile ABD arasında yürümekte olan müzakereleri ve Türkiye'nin de nihai kararını etkilemiş olması son derece muhtemel. İsveç'in NATO üyeliğine verilen destekle birlikte İsveç başta olmak üzere pek çok Batılı ülkenin Türk savunma sanayii için önem arz eden bileşen ve alt bileşenlere yönelik ambargoları kalkmaya başladı. TBMM'deki onayın hemen ardından Biden'ın Kongre'ye Türkiye'ye F-16 satışına onay vermeye davet ettiği mektubunu göndermesi, İsveç'in NATO üyeliğine verilen onayla Biden'ın harekete geçmesi arasındaki doğrudan bağı gösterir nitelikte. Bu da savunma sanayii bileşen ve sistemlerinde olduğu gibi Türkiye'nin kısa vadede yerli savaş uçakları hizmete alınana kadar hava gücünde oluşması muhtemel bir "zafiyeti" her şeyden çok ciddiye aldığı ve bu ihtimali uzak tutmaya çalıştığını gösteriyor. Trump'ın Kasım ayında ABD seçimlerini kazanması durumunda ABD'nin İsrail'in pervasızlığına Biden'dan çok daha tavizsiz bir destek vereceği aşikâr. Bu da bölgede zaten çok yüksek olan tansiyon ve istikrarsızlığı daha üst bir seviyeye taşıyacaktır. Özellikle bölgede son derece karamsar bir senaryoya doğru ilerlerken, Türkiye iki kritik alanda, yani ekonomi ve savunmada muhtemel risklerini minimize ederek iki alanı da konsolide etmek istiyor. Türkiye, verdiği kararla Batı ittifakının "ötekisi" konumuna düşüp ek bir cephe açılmasını engellemiş; savunmasında oluşabilecek zaafların -kendisine düşen yönüyle- ortaya çıkmasına mani olmuş; ve -muhtemelen- Türkiye ekonomisinin ihtiyaç duyduğu -Körfez kaynaklarına ek olarak- Batı kaynaklı fon ve yatırımların önünü açmış görünüyor.