Kritik 2023 seçimleri sonrası TCMB'nin ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı perşembe günü gerçekleşti. Gelişmiş ülkeler arasında (ABD, Avro grubu ve Japonya gibi) dahi para politikasında ayrışma trendinin sürdüğü bir ortamda TCMB'nin ne yapacağı merak ediliyordu.
Merkez bankası, 22 Haziran'daki PPK toplantısında, referans faizi (bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı) 650 baz puan artış ile %15'e çekti. Bundan önceki son faiz artırımı, 27 ay önce, eski başkan Ağbal döneminde idi. Mart 2021'de 200 baz puanlık faiz artışı yapılmıştı (%19'a).
Öte yandan, TCMB, Eylül 2021'de başladığı (heterodoks politikalara de-facto geçiş) faiz azaltımı sürecinin son halkasında, Şubat 2023'te politika faizini 50 baz puan düşürmüştü.
Potansiyel Etkiler ve Beklentiler
Aslında çok daha önceden Ortodoks politikaların ve (U-dönüşü yerine) kademeli bir geçişin işaretleri verilmişti. Örneğin, faiz artışlarının gelebileceği hem Hazine Bakanının hem Cumhurbaşkanının açıklamaları sonrası netleştikten sonra faiz artış tahminleri de piyasada uçuşmaya başlamıştı. Piyasa tahminleri, %15'lerden %40'lara kadar uzanıyordu.
Büyük yatırım bankalarının uçuk tahminlerinin aksine; Avrupa'daki yatırım bankalarının ve piyasa anketlerinin de öngördüğü gibi, politika faizi ilk etapta %15'e çıkarıldı. Sonraki toplantılarda kademeli olarak sıkılaşmanın devam edeceği ve en azından %25'lik politika faizinin yakalanacağı beklentileri daha olası.
Daha önemlisi ise bu faiz artış kararı görece yetersiz bulunmuş, piyasa tam olarak ikna edilememiş görünüyor. Bu yüzden de piyasa biraz hareketli. Görece düşük seyretmeye devam eden reel faizler yüzünden sıcak para gelmeyi düşünmüyor. Doğrudan Yabancı Yatırım'ın gelişi daha zor. Geriye ise borçlanma opsiyonu kalıyor.
Ancak, bu kademeli geçiş ile birlikte potansiyel negatif reel ekonomik etkilerin sınırlı olması bekleniyor. Faiz riskine maruz kalma ihtimali daha yüksek bankacılık ve finansal sistem için yumuşak bir geçiş öngörülmüş görünüyor. Piyasada güvenin inşası da bir ölçüde sağlanmış olacak.
Bu durum, özellikle de son dönemler artan finansal ve cari oynaklıklar açısından önemli bir konu. Öte yandan, CDS'teki hareketlilik ile birlikte, borsanın ana endeksleri ve dövizde de hareketlilik göze çarpıyor.
Buna rağmen, kademeli bir faiz artış süreci ve kademeli bir konvansiyonel veya rasyonel zemine dönme süreci her açıdan daha akılcı. Kademeli geçiş, piyasadaki, finansal kurumlar ve makro göstergelerdeki olumsuz yan etkileri minimize etmek için gerekli ve önemlidir. Kademeli olarak regülasyon ve kontrollerin yeniden değerlendirilmesi de mümkün.
Peki, piyasanın olumsuz etkilenme ihtimali var mı gerçekten? Türkiye'de finansal sistem, özellikle de bankalar, batıdaki örneklerin aksine oldukça güçlü durumda. Olası faiz ve mevcut kur oynaklıklarını karşılayabilecek sermaye yeterliliğine ve aktif kalitesine sahipler.
Firmaların ve daha genelde de reel sektörün karlılığı yüksek, borçlarını çevirebilme gücü de artmış durumda. Enflasyonist ortam karlılık ile birlikte, borçları da düşürmüş durumda. Batı'nın ve hatta diğer GOÜ'lerin aksine hane-halkı borçluluğu ise çok daha düşük; yeni borçlanma olanakları da son dönemler dolaylı olarak kısıtlanıyor.
Rasyonel politikalara dönüş kararı verildikten sonra, bu tedrici adımların daha iyi bir işaret olduğundan şüphe yok. Faizlerin piyasada oluşan beklentilerin minimum alt sınırı olan %15'e çıkarılması, Ortodoks politikalara dönüş mesajlarının içinin doldurulması açısından yapılabilecek en iyi hamle idi.
Kademeli geçiş ile, piyasanın ve finansal kurumların bu yeni sürece uyum sağlaması, önlem alması amaçlanıyor görünüyor. ABD ve Avrupa'daki bankacılık krizleri; 2022'de ABD'de, 2023'te de Almanya'daki teknik resesyonlar da malum. Türkiye'de ise bu tür finansal ve reel etkilerin sınırlandırılması arzu ediliyor.
Nitekim, ani, çok yüksek bir faiz artışı hem rasyonel bir tercih olmaz hem de finansal piyasaları ve bankaları zorlayabilirdi. Bu noktada da faiz kararı ile birlikte daha sonra gelecek olan toplantı özeti ve içerikleri de önem arz-ediyor. Merkez bankasının, sadece faiz kanalı ile yetinmeyip, iletişim kanalını da aktif kullanması gerekecek.
Türkiye, bu sayede bir anlamda da büyüme trendi ile enflasyonist baskılar arasında bir denge tutturmuş olacak. Yine de 2024'teki yerel seçimlere doğru, büyümeden yana daha fazla eğilim göze çarpar mı, henüz net değil.
Öte yandan, merkez bankasının atacağı adımlar ile birlikte, maliye politikası-para politikası koordinasyonu, finansal sistemin regülasyon ve denetim tarafı, en önemlisi de yapısal reform tarafında atılacak adımlar da piyasa tarafından yakından takip edilecek. Merkez bankası rezervlerinin artırılması, Kur-Korumalı-Mevduat'ların ne kadar süre daha devam edeceği ile ilgili belirsizlik de önemli.
Küresel ölçekte ise para politikasında ayrışma trendi devam ediyor. Geçmişte, Japonya, Çin ve Türkiye gibi Doğu bloğunda güvercin yaklaşım öne çıkarken; AMB, BOE ve Fed'de şahin tutum öne çıkıyordu. Ancak, Fed ve TCMB'deki son trend dışı tutum ile de bu ayrışma devam ediyor.
Faiz Artışları ve Riskler
Türkiye'de bu tür faiz artışları çıkışı ile birlikte, birincisi, talep daraltılarak, hem arz-talep dengesi yeniden sağlanmaya hem dış talep düşürülerek, dış-dengenin sağlanması ve dış finansman ihtiyacının azaltılması hedeflenmektedir. Bu yolla, son dönemde ekonomik büyümenin temel kaynaklarından biri haline gelen talep zayıflatılarak, üretim ve istihdamın azalmasına da kısa vadede göz-yumulması önerilmektedir.
İkincisi de politika faizi ile (%30'ları, 40'ları bulan) piyasadaki diğer mevduat faizleri arasındaki farkın kapatılması, negatif reel faizin sıfıra yakınsaması amaçlanıyor. Bu sayede de sıcak para veya portföy yatırımları çekilmesi hedefleniyor. Türkiye'de 2023 Haziran başı itibariyle, 3 aya kadar mevduatların ortalama ağırlıklandırılmış faiz oranı %30'ların üzerinde.
Ancak, politika yapıcıların dikkatli olmasında fayda var. Riskler çok fazla. Beklenti yönetimine daha fazla odaklanılması, iletişim kanalının daha etkin kullanılması gerekecek. Şu ana dek ise iletişim noktasında sınırlılık göze çarpıyor, ancak yeni yönetime zaman tanımak da gerekiyor.
Doğrusu, faiz gibi konvansiyonel kanalların yanında TCMB'nin iletişim dili de bir o kadar önemlidir. Mevcut durumda, ortam daha çok Batıdaki bankaların raporlarının yönlendirdiği beklentilere kaldı. Oluşan yüksek faiz artışı beklentisi ve piyasadaki bilgi kirliliği nedeniyle, kademeli faiz kararı kur hareketlerine engel olamadı.
Diğer yandan, 'daha ortodoks' söylemler, radikal dönüşümlerden daha fazla fayda sağlar. Dahası, sadece faiz artırma, geçici olacağı tahmin edildiği için, etkili de olmayabilir ve boşa maliyet de getirebilir. Faizlerin istendiği kadar artırılamayacağı, hatta artırılsa da (Cumhurbaşkanının faiz karşıtlığı ve yaklaşan yerel seçimler nedeniyle) çok uzun süre yüksek kalmayacağı beklentileri iyi yönetilebilmelidir.
Hızlı ve yüksek faiz artışları, işletmelerin kapanmasından, istihdam kaybı ve girişimciliğin ölmesine kadar; fiziksel, sosyal ve beşerî birçok boyutuyla ciddi bir sermaye kaybına da yol açabilir. Batıda, faiz artışları dalgasını takiben gelen, son 1-2 yılın ciddi bankacılık sarsıntılarını da unutmamak gerekiyor.
Bu noktadaki bir risk faktörü de enflasyon, arz sıkıntılarından kaynaklanıyorsa, ki dünyada ciddi bir arz sıkıntısı var, o zaman faiz artırımı fayda sağlamaz, ekonomiye zarar dahi verebilir. Arz zinciri sorunları, Ukrayna'da devam eden savaş, Çin ile ABD'nin Çin denizindeki atışması gibi arz yönlü riskler bir hayli fazla.
Doğrusu, Türkiye'nin kaybedecek çok fazla zamanı yok, kur oynaklığı fazla maliyetli. En az enflasyon kadar maliyetli. Aslında, ikisi de çok fazla içli-dışlı ve farklı türden ama her ikisi de enflasyon.
Kesin olan şeylerden biri de piyasa ile daha fazla konuşmakta ciddi faydalar olabilir. Politika yapıcıların, kendilerini, yeni yaklaşımlarını ve stratejilerini, bu yeni sürecin niye daha doğru olduğunu ve nasıl başarılı olacağını piyasaya daha iyi anlatmasında fayda var.