Sonuç fark etmeksizin, 2023 seçimleri sonrasında kamuoyunda tartışılacak en önemli konuların başında siyasal sistem gelmektedir. Öyle ki gerek Cumhur İttifakı, gerekse muhalefet blokunun seçim sonrası planlarında ağırlıkları değişmekle birlikte siyasal sistem reformu veya değişikliği önemli yer tutmaktadır. Ancak bu noktada başta meclis aritmetiği olmak üzere bazı anayasal kısıtlar bulunmaktadır. Söz konusu kısıtlar, mevcut sistemin yapısı ve siyasetin olağan pratikleri bir araya geldiğinde siyasal sistem, kendi içinde bazı potansiyel riskler üretmektedir. Bu risklerin en önemlisinin adı ise "Koalisyonucu Başkanlık Sistemi"dir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tasarlanırken AK Parti ve MHP arasındaki stratejik ortaklık, seçim öncesi ve sonrasında ise MHP'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı herhangi bir koalisyon pazarlığına zorlamadan desteklemesi, bu riski ertelese de gidermedi. Ancak çok partili başkanlık sistemlerinde ittifakların kaçınılmazlığı, Türkiye'deki mevcut parti ve seçim kanunu ile birlikte değerlendirildiğinde 2023 seçim sonuçlarının ardından "Koalisyoncu Başkanlık Sistemi", odadaki fil olarak daha fazla erteleyemeyeceğimiz veya üzerinde tartışmaktan kaçamayacağımız bir sorun olarak Türkiye siyasetini beklemektedir.
2023 Seçimleri Sonrası Muhtemel Sistem Senaryoları
2023 seçimlerine doğru tarafların siyasal sistem vaatleri zıt kutuplarda konumlanmaktadır. Erdoğan ve Cumhur İttifakı, cumhurbaşkanlığı sisteminin aksayan yönlerini reformlarla iyileştireceklerini vaat etmekte, Kılıçdaroğlu ve muhalefet bloku ise güçlendirilmiş parlamenter sistem adını verdikleri bir modeli, özünde parlamenter sisteme dönüşü vaat etmektedir. Ancak bu noktada Cumhur İttifakı, muhalefete kıyasla daha avantajlı konumdadır. Bunun temel sebebi ise muhalefetin sistem değişikliğini en azından halk oylamasına götürebilmek adına mecliste gerekli olan 360 sandalyeyi kazanması mecburiyetidir. Ancak mevcut durumda HDP dahil muhalefet blokunun 360 vekil kazanması oldukça düşük bir ihtimaldir. Öte yandan Cumhur İttifakı açısından en büyük zorluk, MHP'nin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi üzerinde yapılacak olası reformlarda ikna edilmesi mecburiyetidir.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda 2023 seçimleri sonrası Türkiye'deki siyasal sistem açısından muhtemel senaryolar üç ana başlık altında özetlenebilir. Bunlardan ilki, Erdoğan'ın tekrar cumhurbaşkanı seçildiği ve 360'dan az sandalyeli meclis çoğunluğunu Cumhur İttifakı'nın kazandığı senaryodur. Bu senaryoda Cumhur İttifakı'nın vaat ettiği üzere sistem üzerinde reform gerçekleştirilebilir. Öte yandan reformun kapsamı daha çok MHP ile yapılan görüşmelerin ardından ortaya çıkacaktır. Ancak bu reformlar daha çok uygulamadaki problemler ile alakalı olacaktır ve sistemin koalisyoncu risklerini gidermeyecektir. Bunun temel sebebi ise MHP'nin özellikle seçim ve parti kanunlarında kapsamlı bir reform hususundaki isteksizliğidir. Ayrıca Erdoğan'ın son cumhurbaşkanlığı dönemi olduğu varsayılırsa cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin koalisyoncu bir modele dönüşmesi 2028 veya sonrası için muhtemeldir.
İkinci senaryoda ise Erdoğan tekrar cumhurbaşkanlığını kazanmakta, ancak HDP dahil muhalefet bloku 360'dan az sandalyeli bir şekilde meclis çoğunluğunu kazanmaktadır. Bu senaryoda Erdoğan, anayasanın belirlediği çerçevede yürütme bazlı bazı iyileştirmeler yapabilir. Ancak iktidar ve muhalefetin üzerinde uzlaşmadığı müddetçe kapsamlı yasal veya anayasal bir değişiklik yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla yine cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin koalisyoncu bir modele dönüşmesi, 2028 ve sonrası için muhtemeldir.
Üçüncü ve son senaryoda ise Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı seçilmekte, meclis çoğunluğu ise 360 sandalyenin altında bir şekilde HDP dahil muhalefet bloku tarafından kazanılmaktadır. Bu senaryoda muhalefetin parlamenter sisteme dönüş vaadini gerçekleştirmesi, Cumhur İttifakı'nın bu konudaki pozisyonu değişmediği müddetçe mümkün değildir. Dolayısıyla muhalefetin en azından geçiş süreci için vaat ettiği ve Millet İttifakı'ndaki tüm parti başkanları ve temsilcilerinin yer alacağı koalisyon kabinesi kalıcı bir hale gelecektir. Bu yapı da tam anlamıyla Koalisyoncu Başkanlık Sistemi'dir. Böyle bir durumda Cumhurbaşkanlığı Sistemi, varoluş ve kuruluş ruhunu kaybedecek, orta ve uzun vadede Türkiye siyaseti yeni yapısal sorunlar dalgasıyla mücadele etmek durumunda kalacaktır.
Koalisyoncu Başkanlıktan Kaçınmak, Ama Nasıl?
Söz konusu senaryolar, 2023 seçimleri bağlamında en muhtemel ve rasyonel durumları özetlemektedir. Bu noktada görülmektedir ki siyasi aktörler ve bloklar, mevcut durum ve pozisyonlarını sürdürdüğü müddetçe cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin başkanlık modelinden koalisyoncu bir başkanlık modeline evrimi, vadesi seçim sonuçlarına göre değişmekle birlikte oldukça muhtemeldir. Dolayısıyla Türkiye siyasetinin gelecekte yapısal sorunlardan kaçınması için sistemi iyileştirecek adımlar atmak gerekmektedir.
Bu noktada ilk adım, muhalefetin irrasyonel parlamenter sistem ısrarından vazgeçerek başkanlık sistemini kabullenmesi ve bunu iyileştirmek adına çabalamasıdır. Zira mevcut durumda muhalefetin seçimleri kazanması durumunda dahi parlamenter sisteme dönüş, Cumhur İttifakı'nın onay vermediği veya rol almadığı bir senaryo haricinde mümkün değildir. Muhalefetin ve özellikle de CHP'nin seçimleri kaybetmesi durumunda ise bir dönüşüm yaşaması kaçınılmazdır. İki durumda da gerek eski gerek yeni muhalif kadroların parlamenter sistemden vazgeçerek mevcut sistemi iyileştirmek yönünde atacağı bir adım, şimdiye kadar siyasal sistemin reformu için atılmış en önemli adım olacaktır. Bu adıma AK Parti'nin rasyonel bir zemin çerçevesinde karşılık vermemesi mümkün değildir.
Dolayısıyla özellikle iki büyük parti olan AK Parti ve CHP'nin mevcut sistemi iyileştirmek adına rasyonel bir zemin üzerinde uzlaşabileceği, seçim sistemi ve siyasal partiler kanunu gibi önemli değişiklikler bulunmaktadır. Bu değişiklikler özellikle siyasal sistemin demokratikleşmesi ve koalisyoncu bir modelden uzaklaşması için önemli adımlar olacaktır. İkinci adım olarak da ilgili kanunlarda yapılan değişikliklerin özellikle seçim çevrelerini etkileyen kısımlarının öncelenmesidir. Zira bilinmektedir ki bu konu, siyasal sistemin mahiyetini ve sistem içerisindeki parçalı yapıyı etkilen başlıca değişkendir.
Burada sistemin hem daha demokratik hem de daha güçlü bir hal alması, seçim çevrelerinin olabildiğince daraltılması ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla merkezdeki partiler güçlenecek, siyasetin aşırı parçalı yapısı ve yüzde 1'lik partilerin dahi aktörleştiği modelin ittifakları ve/veya koalisyonları mecbur kılan yapısı düzelecektir. Buna paralel olarak da seçim barajı başta olmak üzere özellikle muhalefetin vaat ettiği çeşitli adımlar da gerçekleşecek, seçmen ve seçilen arasındaki ilişki daha demokratik ve kuvvetli bir konuma evrilecektir.
Son olarak mevcut sistemin yapısaldan ziyade uygulama bazlı problemleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da vaat ettiği gibi basit düzenlemeler ile giderilebilecektir. Buna müteakip iktidar ve muhalefetin sistemden bağımsız ancak hatalı bir şekilde siyasal sistem paralelinde tartışılan konular üzerinde uzlaştığı düzenlemeler yine işbirliği içerinde hayata geçirilebilecektir. Böylelikle 2018'de hayata geçirilen ancak eksik bırakılan siyasal sistem reformu tamamlanarak Türkiye'nin uzun vadede yaşayacağı tüm sistemsel riskleri giderecektir. Aksi takdirde Cumhur İttifakı'nın stratejik birlikteliği ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişisel özellikleri sebebiyle ötelenen sistem deformasyonu kaçınılmazdır.