Dini anlayış güncellenir. Bu dini metnin doğası, dindarın zihni, toplumsal gerçeklik ve zaman içerisinde gerçekleşen değişim arasındaki doğal dinamik ilişkilerin doğasından kaynaklanır.
Dini metinlerin doğası çoklu anlam ve yoruma müsaittir. Nitekim İslam düşüncesinde Kelam, Tasavvuf, Felsefe ve Fıkıh okulları ayetleri temelde ikiye ayırır: anlamı açık ve kapalı olanlar.
Ehl-i hadis, Zahirilik ve Haricilerin dışındaki okullar dini metinlerin zahirinden bir yaşam tarzı çıkarılabileceğini iddia etmemiştir. Aksine ayetlerin yorumlanması ilmi gelenekler ve toplumsal tecrübeden gelen bilgi birikimiyle yenilenmiştir.
Mesela ilk ortaya çıkışında zahiri bakanlar sigortayı faiz, emeksiz mal kazanımı, aldatma olarak değerlendirirken daha sonra ekonomik gerçekliğin anlaşılmasıyla sigortanın sağlık ve mal emniyetini sağlaması bakımından faydaları görülmüş ve kanaatler değişip sigorta yaygın bir uygulamaya dönüşmüştür. Yine afyon veya tütün zararlarının bilinmediği yüzyıllarda helal kabul edilirken, hakkındaki bilgi kesinleştiğinde anlayış değişmiştir. Metinlerin farklı düzeylerde çeşitli anlamlar içerip yoruma muhtaç olması bir yönüyle dilin ifade imkanlarıyla ilişkiliyken diğer yönüyle ise dini metinler ile toplumsal gerçeklik arasındaki değişim ve gerilimi dinin amaçlarına matuf olarak yönetmeye imkan verir. Can, akıl, din, nesil ve mülkün korunması gibi dinin amaçladığı en temel değerler yorumlama sürecinde etkilidir. Mesela haram bir içecek olan alkolün tıbbi sebeplerle helal kılınması, açlık durumunda hayatta kalmak için domuz etinin yenilebilmesi böyledir.
Toplumsal gerçeklik yani örf ve zaman içinde yaşanılan değişim iyi veya kötü olabilir. İkisi hakkında da nihai kanaat yaşanan tecrübe, alimlerin analizleri ve Müslüman toplumun benimsemesi sonucunda oluşur. Müslüman, insanlık birikimini takip ederek bilgisini ve tecrübesini geliştirir. Bu gelişimden sonra Müslüman ayet ve hadisleri okuduğunda yeni anlamlara ulaşır. Hz. Peygamber (asm), Sahabe-yi Kiram ile Dört Halife döneminde ve on dört yüzyıl boyunca bu böyle olmuştur. Bugün de böyle olmasından daha doğal bir durum yoktur. Mesela klasik tefsir literatüründe Kur'an-ı Kerim'de geçen gökyüzü ile ilgili ayetlerin hepsi dünya merkezli olarak yorumlanmış ve bunun da Allah'ın hikmeti ve kudretinin bir sonucu olduğu belirtilmiştir. Bu tavır o gün için doğrudur. Müslüman alimler dönemin bilim ve astronomi kabullerine uygun olarak ilgili ayetleri yorumlamışlardır.
Bugün ise aynı ayetler bugünün akli ve bilimsel verilerine uygun bir şekilde güneş merkezli yorumlanmakta ve bu işleyişin yine Allah'ın ilim ve kudretinin bir tecellisi olduğu vurgulanmaktadır.
Son üç yüzyıllık süreçte dini olarak kabul edilenler ile yeni gelen arasında büyük bir değişiklik yaşanmıştır.
Gök, insan tasavvuru, bilgi ve ahlak anlayışı değişmiştir. Fizikte toprak, hava, su ve ateşin yerini atomlar almıştır. "Doğal yer" kavramının yerine "yer çekimi" geçmiştir. Aile içi roller, toplum içi sınıflar ve yaşanılan muhit değişmiştir. Müslümanın zihni bu değişimle yüzleşmiştir. Müslüman düşünürler ve alimler ilkinde olduğu gibi değişim sonrası süreçte de ayet ve hadisleri yorum geleneklerini takip ederek tekrar anlamlandırarak dini anlayışı güncellemeye ve bir uyum inşa etmeye çalışmaktadırlar. Mesela kadının eğitim ve çalışma hayatına başlamasıyla aile içi roller, eşlerin birbirlerine karşı sorumlulukları, mahrem ile iffet kavramları olumlu ve olumsuz yaşanan tecrübeler değerlendirilerek yeni toplumsal gerçeklikte yeniden anlamlandırılmaktadır.
Bugün medya organlarında din adına konuşan bazı Müslümanların sundukları şey "selefi", "ehl-i hadis" yöntem ve tavrıdır. Elbette bireylerin veya grupların bu tavrı tercih etme hakları vardır.
İnsanoğlunun farklı doğalara sahip olması veya aile gelenekleri bakımından böylesi bir tavır toplumsal olgu olarak da kabul edilip saygı duyulmalıdır. Ama tüm toplumu bağlayacak, günceli yönetebilecek, geleceği inşa edebilecek ve devletin akışını düzenleyecek bir anlam, yorum ve zihniyetin dini metinlerin zahiri yorumları üzerinden "selefi" ve "ehl-i hadis" tavrıyla üretilebilmesi mümkün değildir. İslam toplumunda farklı fikir, yaklaşım, tavır, meşrep, zihniyet ve okulların olması tehdit değil aksine zenginlik ve büyük bir güçtür.
Din yöntem, içerik, kavram, kurum ve uygulamalar bakımından içinde var olduğu toplumun akli birikimleri, tecrübe ve yaşanmışlığıyla halleşerek zaman içinde akar.
Metin sabit kalır ama anlam devinir. Türk toplumunda bu konuda belli bir uzlaşının oluşması en hayati meselemizdir. Bu uzlaşı "kesinlikle yapılmaması gerekenler" şeklinde de olabilir. Her konuda tam mutabakat beklemek insan ve toplum olmanın doğasına aykırıdır. Önümüzdeki yol, Türkiye Cumhuriyeti de dahil dini toplumsal tecrübemizin kendi bağlamında anlaşılması, eksik ile zaaflarının tespiti, eleştirilmesi; güncel ile yeni olanın idraki ve geleceğin inşasıdır.
Bir toplumu bir arada tutan fikir benzerliği değil birbirine güven, ortak yaşanmışlık, yaygın adalet duygusu, sevgi, saygı, dayanışma, duygudaşlık ve ortak bir gelecek tahayyülüdür.