Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ALİ ASLAN

Yeni sivil anayasa

Birlikteliklerini bir seçim ittifakından öteye taşıyamayan CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere muhalefet partilerini bir araya getiren unsur, parlamenter sisteme geri dönüş vaadinde somutlaşan yeni bir anayasanın ortaya konması. Ancak bir bütün olarak muhalefet "Nasıl bir parlamenter sistem" sorusuna dahi henüz net bir cevap veremediği gibi anayasanın geri kalan maddelerine özellikle de ruhunu oluşturan genel çerçeveye dair ortaya elle tutulur bir öneri koyabilmiş değil. Buradaki en büyük engel HDP faktörü. HDP'nin Anayasa'nın ilk dört maddesine yönelik eleştirileri herkesçe biliniyor. İlk dört maddenin tartışmaya açılması İYİ Parti ve CHP'nin bir kesimi için kabul edilebilir bir şey değil. Tam da bu nedenle CHP ve İYİ Parti, HDP ile birlikte yeni anayasa çalışmaları yapıyor gözükmemek için kırk takla atıyor. Keza İYİ Parti'li Ümit Özdağ'ın HDP ile uzunca bir süredir yeni anayasa görüşmeleri yapıldığını ifşa etmesinden sonra muhalefet sözcüleri bunu inkar etme yoluna gitmişlerdi. HDP için oldukça sarsıcı olan bu dışlayıcı tavır muhalefete entelektüel mühimmat sağlayan çevreler tarafından da sert bir şekilde eleştirilmişti. Çünkü terör örgütü PKK'nın siyasi organı HDP'yi meşrulaştırmaya ve sol-seküler bir siyasi hat oluşturmaya çalışan yazar-çizer kesim için CHP ve İYİ Parti'nin HDP ile yan yana gözükmemek adına kılı kırk yarmasıyla maalesef bir fırsat daha tepilmiş oldu.

Gerçekten de muhalefet açısından siyasi bir bütünlük görüntüsü verememek belki de en temel sorun. Bırakın pozitif bir siyasetle bir bütünlük kurmayı, Erdoğan karşıtlığı gibi liste başı negatif bir siyasetle dahi muhalefet tam bir bütünlük sağlayamıyor. Bunun belli sebepleri var. Öncelikle, muhalefeti oluşturan partilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı hem parti yönetimi hem de parti tabanı düzeyinde aynı ölçüde değil. Her parti farklı derecelerde Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı. Dozaj farklılıkları suyun bulanmasına yol açıyor. İkinci olarak, bazı partilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığından vazgeçip Cumhur İttifakı'na dahil olma ihtimali ve ara ara bu yönde sinyaller vermesi de söz konusu. Bu da iktidara karşı inşa edilen sınırın tavsamasına ve böylece bütünlüğün kaybolmasına neden oluyor.

Siyasi bütünlük iktidar mücadelesinde oldukça önemli bir mesele. Seçmenin sandığa taşınması ve sandıkta oyunun renginin belirlenmesi siyasi bütünlük sayesinde mümkün olabiliyor. Çünkü seçmen kararını önüne sunulan tercihlere göre veriyor ve tercihlerden birisi olmak için siyasi partilerin seçmene ileri düzeyde bir kafa netliği sunması gerekiyor. Kafa netliğini de seçmenin önüne geleceğe dair bir hayal ve bu hayalin hayata geçmesini engelleyen bir düşmanın konmasıyla sağlandığını biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın muhalefetin hayallerini engelleyen yegane faktör olarak sürekli çeşitli kanallardan pompalandığı herkesin malumu. Ancak resmin diğer tarafı halen eksik. Muhalefetin üzerinde uzlaştığı hayalin ne olduğuna dair bir fikrimiz yok. Muhalefet nasıl bir Türkiye tahayyül ediyor bilmiyoruz. Hukukun üstünlüğü, kucaklayıcı olmak vs. gibi artık klişeleşen ifadelerle yol alınmaya çalışılıyor ancak bu şekilde siyaseten anlamlı bir yere varılması pek mümkün değil. Bu söylemlerin toplumda pek bir karşılığının olmadığını anlamak için bu söyleme sarılan partilerin özellikle yeni partilerin oy oranına bakılması kafi.

Bu belirsizlik muhalefetin yumuşak karnını oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz aylarda yaptığı "Ekonomide ve hukukta reform yapacağız" açıklaması muhalefet blokunda ciddi bir dalgalanmaya yol açmıştı. "Yeni sivil anayasa" çıkışı ise muhalefetin bu belirsizlik ve kafa karışıklığı durumunun daha da görünür olmasına sebep oldu. Muhalefet liderlerinin son günlerde karşılıklı ziyaretleri artırmaları ve ardı ardına tepkisel açıklamalarda bulunmalarının başka bir açıklaması yok. Safları sıklaştırarak çaresizliğin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın MHP ile koordineli bir şekilde yaptığı hamlelerin muhalefetin kimyasını bozduğu açık. Bu durumla baş edebilmek için muhalefetin karşı bir hamle yapması gerekiyor. Bulunduğumuz noktada karşılıklı ziyaretlerle birlik-beraberlik görüntüsü vermenin ötesine geçebilmiş değiller. Bir tarafta partiler arasındaki ciddi ideolojik ve çıkar ayrışmaları diğer tarafta ise halen toplumun merkeziyle süren yabancılaşma –muhalefetin ne tek tek ne de kolektif olarak bir kitle partisi görüntüsü verememesi buna delalet ediyor– nedeniyle muhalefetin bütünlük sorununu aşabilmesi mümkün gözükmüyor.

Muhalefetin çok ciddi eksikliklerine rağmen tüm bu gelişmeler 2023 seçimlerinin rakip Türkiye tahayyüllerinin mücadelesiyle birlikte belirleneceğini gösteriyor. 2002'den itibaren neredeyse tüm seçimlerin bu eksende ortaya konan mücadelelerce belirlendiğini söylemek doğru olur. Takriben 2011'e kadar Kemalizm'in hatlarını çizdiği, askeri ve sivil unsurlarıyla bürokrasinin ve ona eklemlenmiş ayrıcalıklı toplumsal kesimlerin desteklediği "eski Türkiye" ile AK Parti'nin ortaya koyduğu "yeni Türkiye" arasında bir mücadeleye şahit olduk. Yeni Türkiye'nin zaferiyle sonuçlanan 2011 sonrası dönem ise bu tahayyülü hayata geçirmek isteyenler ile bunu engellemek isteyenler arasındaki mücadelelerce belirlendi. Gezi Parkı Şiddet Eylemleri (2013), 17-25 Aralık yargı darbesi (2013), 6-8 Ekim Kobani olayları (2014), 7 Haziran seçimleri sonrasında yaşanan hendek olayları (2015), 15 Temmuz darbe girişimi (2016), ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde PKK devleti kurma girişimleri ve buna karşı yapılan sınır ötesi askeri operasyonlar bu mücadelenin uğrak noktalarıydı.

Demokrasi-dışı tüm yolları denedikten ve pek bir başarı sağlayamadıktan sonra muhalefet ve "uluslararası toplum"daki önemli destekçileri sistem-içi yollara başvurmaya başladılar. Bir yandan geniş toplum kesimlerini ekonomik sorunlar üzerinden iktidardan koparma stratejisini başlattılar. Diğer yandan toplumun belli kesimlerini –kadınlar ve gençler– iktidara karşı bileme stratejisini benimsediler. İktidarı kadın ve gençlik düşmanı olarak lanse eden kapsamlı algı kampanyalarıyla karşı karşıya geldik. Toplumun merkezini oluşturan milliyetçi-muhafazakar değerlerle barışık bir siyasete göz kırpılması da buraya eklenerek iktidarı seçimle devirecek bir denge yaratılmış oldu. 2019 yerel seçimleri bir denemeydi ve gereken başarıyı sağladı. 2023 seçimlerine de bu kazanan strateji takip edilerek gidileceğine şüphe yok. Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör ataması gibi sıradan bir meselenin köpürtülerek büyütülmesi ve milliyetçi-muhafazakar görüntülü bazı CHP'li belediye başkanlarının 2023 cumhurbaşkanı seçiminde muhalefet blokunun adayı olabilmek için yaptığı ustaca manevralar gözden kaçmıyor.

2023 seçimlerine anayasa tartışmasıyla gidilmesi oldukça önemli. Her şeyden önce son on sekiz yıllık demokratikleşme süreci sonucu ortaya çıkan siyasi-toplumsal gerçeklik ile askeri-sivil bürokratik vesayetin anayasası –geçirdiği tüm değişikliklere rağmen– arasındaki uyuşmazlığın ortadan kaldırılması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni anayasaya yönelik "sivil" vurgusu bu noktada önem kazanıyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi değişikliği başta olmak üzere Anayasa'da yapılan değişikliklerle milli iradenin siyasetteki belirleyici rolü tasdik edilirken, devlet seçkinciliğinin siyasetteki rolü azaltılmış ve bürokrasi kendi sınırlarının ardına çekilmiş durumda. Ancak halen bürokrasiye siyaset kurumuna müdahale etme fırsatı sunan bazı maddeler Anayasa'da yer almakta. Bu durumun düzeltilmesi gerekiyor. Ayrıca cumhurbaşkanının tarafsızlığını mesele eden tartışmalarda gündeme gelen Cumhurbaşkanlığı sistemiyle Anayasa'nın geri kalanı arasında daha iyi bir uyumun sağlanmasına ihtiyaç var. Yine, Cumhurbaşkanlığı sistemini daha iyi işler hale getirmek için yürütme ile yasama organları arasında bazı istasyon noktalarının inşa edilmesi gerekiyor. Halihazırdaki parlamento aritmetiği ne denli buna izin verir bilinmez ancak tüm bu değişiklikleri yeni bir anayasayla hayata geçirmek, mevcut anayasayı düzeltmekten çok daha makul bir seçenek gibi duruyor.

Sonuç olarak, iktidarın yeni anayasa perspektifi modern demokratik rejimin demokrasi boyutunu yani milli iradenin siyasetteki hakimiyetini tahkim etmek, siyaset kurumunu iktidarın merkezine koymak ve daha iyi işler hale getirmek hedeflerince belirleniyor. Muhalefetin yeni anayasa perspektifi ise modern demokratik rejimin liberal boyutu yani toplumda farklı açılardan azınlıkta kalanların ve muhalefetin siyasetteki pozisyonunun güçlendirilmesi tarafından belirleniyor. Anayasa meselesini yürütme organını ve siyaset kurumunu daha kırılgan bir hale sokan parlamenter sisteme geri dönmek üzerinden tartışmalarının bir sebebini bu oluşturuyor. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi muhalefetin gerçek niyetinin muhalefete daha fazla alan açan bir demokratik düzenin inşası mı, yoksa siyaset kurumunu zayıflatıp halkın rağmına bürokratik-entelektüel elitin ve dış güçlerin etkisini tahkim eden bir anti-demokratik düzen inşası mı olduğu ise halen belirsizliğini koruyor. CHP ve İYİ Parti gibi bürokratik ve jakoben bir gelenekten gelenlerin oluşturduğu siyasi aktörlerin liberal bir anayasal düzen arzusu taşımaları kulağa pek inandırıcı gelmiyor. Dolayısıyla muhalefetin asıl sorununun üzerinde uzlaşabildiği bir Türkiye tahayyülünün olmamasından ziyade, çoktan belirlenmiş bir Türkiye tahayyülüne sahip olduğu ve bunun geniş toplum kesimleri için bir kabus olması nedeniyle şimdilik açık edilmediği ihtimalini de hesaba katmak gerekir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA