Türkiye'de kamuoyunun son günlerde en çok üzerinde durduğu konulardan biri "Z kuşağı" meselesidir. Ancak konuyla ilgili yazılıp çizilenlere bakıldığında, gençlerden değil de alelade bir ürün ya da maddeden bahsediliyormuş gibi bir yaklaşımın hakim olduğu dikkat çekmektedir. Konuya ilişkin bu tür "aşırı" genellemeci yaklaşımlar ve "Bunlar…" ile başlayan cümlelerin birbiri ardına gençliğin üzerine boca edilmesi meselenin odağının kaybolmasına ve yanlış yorumlanmasına neden olmaktadır.
Özellikle 2023 seçimlerindeki muhtemel etkileri üzerinden gündeme gelen Z kuşağına ilişkin sürdürülen tartışmalarda, basmakalıp ifadelerle bu kuşaktaki bütün bireylerin robotik bir şekilde yaşamını sürdürdüğünden bahsediliyor. Öyle ki Türkiye'deki gençler dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan gençlerle tamamıyla bir tutuluyor ve "Bunlar… tahammülsüz, sabırsız, özensiz, apolitik, geleneklerden kopuk" şeklindeki ifadelere maruz bırakılıyorlar. Oysa her ülkenin kendi dinamikleri var ve her ne kadar küreselleşme ve teknolojinin etkisiyle gençler dışsal etkilere açık olsa da kendi ülkelerinin ve sosyal çevrelerinin atmosferinde büyüyorlar. Bu büyüme-gelişme evresinde son derece doğal bir şekilde kendilerinden önceki kuşaklardan farklı davranış kodları ve değer dünyası inşa edebiliyorlar. Ancak bu farklılık, algılandığı haliyle bir sorun teşkil etmediği gibi doğru kanalize edildiği takdirde toplumlar için önemli bir motivasyon kaynağına dönüşebilir.
Buradan hareketle, Z kuşağı gençlerini anlayabilmek için kalıplaşmış ifadelere başvurmak yerine bu kuşağa ilişkin öne sürülen bazı mitlere değinmekte yarar var. Şüphesiz bu mitlerin başında ise Z kuşağı gençlerinin apolitik olduğu iddiası geliyor. Oysa gençlerin gündelik yaşamlarının önemli bir parçasını oluşturan sosyal medya paylaşımlarına bakıldığında iddia edilenin aksi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Sanılanın aksine gençler ülke meseleleriyle ya da gündemde olan konularla çok yakından ilgileniyorlar ve hemen her konuda kendi dünyalarından yansıtma yaparak bir fikir sunuyorlar. Dolayısıyla Z kuşağı gençlerinin apolitik olmadığı, politik olma biçimlerinin farklılaştığı değerlendirmesini yapmak daha doğru olacaktır. Örneğin 70, 80, 90'lı yıllarda sokaklarda devam eden siyasi aktivizm; bugün internet ve teknolojiyle doğup büyüyen Z kuşağı üyeleriyle günden güne "çevrimiçi aktivizm"e dönüşüyor. Yine aynı gençler geçmişteki klasik eylem yöntemleri yerine artık dijital eylemlerde bulunuyorlar.
Öte yandan sadakat ve aidiyet konusu Z kuşağı ile ilgili mitleri oluşturan bir diğer önemli husus olarak öne çıkıyor. Z kuşağı gençleri sıklıkla sadakatsiz olmakla itham ediliyor. Ancak meseleye gençlerin penceresinden yaklaşıldığında ve birçoğunun zihninde "fiyat-performans" anlayışının hakim olduğu düşünüldüğünde, bir markaya, kuruluşa yahut bir siyasi partiye karşı sadakatlerinin oluşmaması anlaşılır bir durumdur. Zira gençler az bir maliyetle çok fayda hedeflediklerinden, memnun kalmadıkları bir şeye sadakat göstermiyor ve onu hemen bir diğeriyle değiştirebiliyorlar. Bu noktada gençleri itham ederek daha da uzaklaştırmak yerine onların bağlılığını artıracak ve dikkatlerini çekecek hususlara eğilmek yerinde bir adım olacaktır.
Gençliğe ilişkin sıklıkla dillendirilen mitlerden bir diğeri ise değerlerden ve toplumdan kopuk oldukları iddiasıdır. Bu konuda sanki gençler uzaydan gelmiş ve toplumun diğer kesimlerinin onlarla hiç irtibatları olmamış gibi davranılıyor. Oysa yetişme evresinde onlarla konuşmak ve hayatlarına değer katmak yerine, onları telefon, tablet veya bilgisayarlarla susturan ebeveynler şimdi gençlerin değerleri ıskaladığından yakınıyorlar. Gençlerin sorularını/sorunlarını geçiştiren yahut onların gelişimleri esnasında onlarla ilgilenmeyenler, bugün gençlerin içe kapanıklığından ve bireyselleştiğinden bahsederek bütün sorumluluğu gençlere yüklüyorlar.
Gelinen noktada, Türkiye'nin yarınlarında söz sahibi olacak gençleri anlamak için daha fazla çabaya ihtiyaç olduğu görülüyor. Dolayısıyla Türkiye'nin yarınlarını "gençlerle birlikte" kazanmak için gençleri yalnızca "yeni seçmenler" olarak değerlendirmek yerine, onları anlamak ve cesaretlendirerek var olan potansiyellerini doğru bir şekilde yönlendirmek önem arz ediyor. Ayrıca Z kuşağı gençleriyle ilgili yapılan değerlendirmelerde, bugün itibarıyla en büyük üyesi 20 (farklı bir sınıflandırma üzerinden bakılırsa 23-24) yaşında olan bir kuşaktan bahsedildiği unutulmamalıdır. Henüz hayatın önemli ve ağır sorumluluklarıyla dahi karşılaşmamış olan gencecik bireyler hakkında yapılan değerlendirmelerde, kullanılan ifadelerin daha özenli seçilmesi gerekmektedir.