Bir kadının ayağındaki yüksek topuklu ayakkabı neyi çağrıştırır? Seks mi? Macera mı? Güç mü? Yanıt 'hepsi' şıkkı olabilir. Ama bence en çok da güç demektir. İngiltere'de bir hukuk şirketinin çalıştırdığı kadın avukatlara "Yüksek topuklu ayakkabı giyin, kadınlığınızla barışın ve güçlü görünün," önerisini hatırlayın. "Görüntünün siyaseti." Peki güçle, topuklu ayakkabının torna tesviyeden çıkmışçasına üst üste geldiği bir kadın var mı? Adli Tıp Enstitüsü eski Başkanı Prof. Sevil Atasoy. O kriminal dünyanın prensesi. O bir 'delil avcısı.' Ve O, her daim yüksek topuklu ayakkabılarıyla 'devlet gibi kadın!' Ayşe Arman'la söyleşisini bulup okuyun lütfen. Hayatında hiç aşk acısı çekmemiş. "Anlamsız şeylerin peşine düşmem," diyor. Birinin omzunda ağlamayı bırakın, hiç ağlamamış. "Sorununu başkasına söyleyeceksin de ne olacak? Bunun faydası yok ki. Benden daha zeki kimsenin olamayacağını düşünüyorum. Varsa bir çözüm, bulurum," diyebilecek kadar kendinden emin! Sanki 'salt akıl' konuşuyor. Ya kalp! Ayşe Arman'ın tespiti ilginç: "Bakınca kadın, ama konuşunca fark ediyorsunuz ki, yarı kadın - yarı erkek." Görünen o ki Atasoy'u, Hurşit Tolon'un 'Şato'suna götüren de bu güç arzusu. (Ergenekon sanıklarından Ümit Sayın'ın yazışmalarında geçen 'şato'nun Birinci Ordu Karargâhı olduğu sanılıyor. Kafka'nın Şato'su da her türlü otoriteyi temsil ediyordu. İlginç bir benzerlik değil mi?) Sonunda Atasoy, 2005'te sürmanşetten görkemli bir sunumla geldiği Hürriyet'ten, birden 'buharlaştı.' Sonunda, 'küçük cinayetlerin' kriminal uzmanı; bağırsaklarında yüzlerce faili meçhul cinayet, Susurluk ve Ergenekon taşıyan kriminal devlet yapısının içinden çıktı. İster istemez insanın aklına geliyor: 'Küçük cinayet hikâyeleri, 'büyük cinayeti' saklayan sis perdesi miydi?