Son zamanlarda vakit nasıl da hızlandı. Yok, yaş alanların "günler ne çabuk geçiyor mirim" mızırdanmasından söz etmiyorum. Dünyaya bakıyorum.
Daha dün "Batılılaşmak lazım, Batılılaşamadık maalesef" diyerek yaşarken, bir baktık batı-batı dediğimiz şey insan etine müptelâ bir avuç kibirli iskeletor.
Batıda yaşayan vicdanlı insanların -ki onlar kardeşlerimizdir- bu dangalaklara karşı yürüyüşler yaptığını da izliyoruz.
"Dünyayı sömürgeleştirirken 50 milyon insanı öldüren Müslümanlar değil Avrupalılar!" sözünü biz değil Avrupalı bir politikacı söyledi. İsa aleyhisselamı örtüp onu bir tür gösteri peygamberi yapmış olanlarla, Hz. Musa adına psikopat hadislerle faşist bir din uyduranların çoktan çürümüş hayatları bir-bir açığa çıktı.
Bir zamanlar Kanal 7'de, ilaveten CNN'de pışpışlanan Orhan Pamuk yazarımızın söylediği şeyler daha bir acınası oldu. "Batılılaşmamız yetersiz. Avrupa hep önde, onun peşinden daha çok, daha çok koşmalıyız," demişti…
***
İnsan Gazze'yi düşününce, geçmişte nasıl ezik bir zihniyette olduğumuz konusunda sarsılmakta. Sarsılmak, kendini sarsmak kötü bir şey değil. Karakollarda ayyuka çıkmış kötü muamelenin, darbeli matkap bir cumhuriyetin kulvarından daha demokratik (şefkatli) bir cumhuriyete geçiyoruz. Yeni bir anayasanın dışlayıcı değil kapsayıcı kapılarındayız. Şenlikli bir toplumsal sözleşmenin eşiğine geldik.
Ecnebinin laf salatasından farkımız şu, kalantor kapitalistler ve kalırsa kendi milletimiz için değil bütün dünya için eşitlik, göz hizasında bir özgürlük ve saygı istiyoruz.
Beyin sisi denen şeyden kurtulmuş demokrat Müslümanın filizlendiği bir aydınlıktır bu. Selçuklu-Osmanlı sulh geleneğinin zarafeti kadar, İslam felsefesinin, o ballı ataların, insanı kâmillerin bilgeliğini arıyoruz.
Vakit hızla geçiyor. Hem maskeler düşüyor, içimizden pek muasır bazılarının saklı Siyonist suretleri bir utanç gibi açığa çıkıyor, hem de kim olduğumuzu, en azından 1000 yıldır neyi temsil ettiğimizi anlıyoruz:
Gazze-Kudüs, bizim yönetimimizde din barışı içinde 400 yıl yaşadı!
Kimlikleri, Gazze'de çocuk bombalayanların nüfusuna kayıtlı bizim küf kokulu ırkçıları yok sayarak diyebiliriz ki; Türkler ve Türkiye yükselmeden bunlar bütün Müslümanları ve mazlumları ezip geçecek. Hiç lafı sakınmaya gerek yok, biz olmazsak bu özgür dünya denen Batı (İsrail onun işgal robotu) dünyayı bitirecek.
***
İsyan fırtına oldu, maskeler düştü. O Avrupa Parlamentosundaki, büyük ihtimalle Şekspir'den sone okuyabilen şık kadınların binlerce sivil öldürülürken ruj tazelemesini biz böyle anlamalıyız.
Kırmızı giymiş tüllü kadınlar, papyon-redingot erkekler, "Halifeyi niye gönderdik efenim, çünkü padişah olmak isteyebilirdi," diyen goygoycular bir kenara, televizyonda sadece pop-Kemalist komedyenler yok! Geçende çıktı oturaklı bir paşa, "Filistin sadece Filistin değil, tarihe bakmak lazım. Birinci Dünya Savaşında orası gidince bütün coğrafya, Irak-Suriye hepsi gitti" dedi...
Orada Osmanlı yıkıldı. Rezalet ondan sonra başladı. Bizim mıymıntı totaliterler bu gerçekle yüzleşemedikleri için İsrail bayrağı salladılar. Sallanan kendi aşağılık kompleksleriydi.
***
En başında Osmanlı medeniyetini dağıtmak için geldiler, biz cansiperâne ana kucağını kurtardık. Bize "kapan kendine," dediler, kapandık, ne mutlu falanla oyalandık. Böyle geçti şarkılardaki kaybedilmiş yıllar…
Artık her şey çok net. Vakit hızlı. Gevelemenin saati kırıldı. Filistin, insanlık onurunu dünya aynasına astı ve gördük. Biz evet peygamberimizin diliyle, önce insan olmanın erdemine talibiz sonra Müslüman. Bu mânevi coğrafyayı toparlamalıyız. Bunu da yükselen değerlerimiz, gücümüz ve en önemlisi zihnimizin küllerini savurarak yapabiliriz.
İngilizlere bırakıp çekildiğimiz Gazze'nin yıkık duvarlarında bugün kan kırmızı bir şerefle, "Burası Gazze, kaldır başını!" yazmakta.
Düşünün neyi unutmak zorunda kaldığımızı, o büyük hafıza kaybını.
Evet, kaldırıyoruz başımızı…