Hakîm (Bilge) Senai üstünde pek durulmayan müthiş bir adam.
Şeriat gemisine binip hakikat denizine açınılması gerektiğini vurgulamış. Mevlânâ ondan aldığı ilhamla, şeriat olarak isimlendirdiği mum ışığını takip etmekle, yolun aşılmış olmayacağını, ama ele mum olmadan da yola çıkılamayacağını belirtir.
Bugün "tarikat" olarak bildirilenlerden bambaşka bir dünyadır anlatılan. Rumî'ye göre edebin yol feneriyle yürümek tarikat, hedefe varmak ise hakikattir.
Mevlânâ misal verir: Tıpla ilgili bilgileri öğrenmek şeriat, doktorun tavsiye ettiği ilaçları almak tarikat, şifa bulmak da hakikattir. Şeriat ilimdir, tarikat bildiğiyle amel (Pratik) etmektir, hakikat ise Allah'a vasıl olmaktır.
Bu organik bilgeler yol dedikleri şeye bir trafik polisi, bir ceza hukukçusu gözüyle değil, bir insanî tekâmül olarak bakmışlar, gerektiği zaman da kılıcı ellerine almışlardır. Aynı yolun yolcusu Necmeddin Kübra, Moğollar Harezmî işgal edince 600 kadar müridiyle onlara karşı savaşmış ve savaş sırasında şehit düşmüş. Kendisini şehit eden Moğol askerinin uzun saçının perçeminden tutmuş ve bırakmamış. Moğol askeri anca saçını keserek Kübra'nın elinden kurtulabilmiş.
(Tıpkı bugün Gazze'de bir direniş destanını yazan Filistinli civanmertlerin, Siyonist gaddarları ve dahi İngilizce konuşan barbarları düşürdüğü durum gibi. Bir elde perçem-i kâfir.)
Mevlânâ durumu şöyle anlatmış:
Biz ol izz ü kerem kavmindeniz kim
Demâdem iş edip sagar tutarlar
Ne şol bîkadr müflislerdeniz kim
Füsûn edip bize lagar tutarlar
Bir elden nûş edip iman şarabın
Bir elde perçem-i kâfir tutarlar...
***
Hakîm Senai 1072'de Gazne'de doğar, 1131'de ölür. Tasavvufî mesnevî geleneğinin kurucusu ve Feridüddin Attar ile Mevlânâ'nın ve dahi Şirazî'nin habercisidir.
Ömrünün bir kısmını Mevlânâ'nın doğum yeri Belh'te geçirmiş, Gazne'ye döndükten sonra inzivaya çekilerek münzevi bir hayat sürmüş.
Kalp bilgisini şiir diliyle mesnevî tarzında ilk defa o yazmış. 10 bin beyitten oluşan ve Mevlânâ'nın, 'İlâhiname' olarak zikrettiği kitap bu türün ilk örneği.
Senai, tefekkürünü halk hikâyeleriyle genişleterek sıcakkanlı bir gelenek kurmuş.
"Artık utanmayı bırak, daha ne kadar bu kötü huyu sürdüreceksin? Madem sen bensin, ben de senim, daha ne kadar benlikten-senlikten dem vuracağız?"
"Cennetin de cehennemin de seninledir. İçine bak da ciğerindeki cehennemleri, kalbindeki cennetleri gör."
Yaşı kemâle erdiğinde; insan ruhundan başlayıp bütün bir toplumu ıslah etmek isteyen aşk dolu bir düşünür olarak kabul edilmiştir. Ve arkasından hakikat ehli, diye yazılmıştır.
"Bu yolda insan görünümlü yüz bin iblis vardır. Bu yüzden sakın her insan görünümlüyü insan sayma."
Hakkı, rahmanî duyguları, tasavvufî mertebe ve hâlleri veciz bir şekilde açıklarken bazen de -Mevlânâ'da ve Nasreddin Hoca'da olduğu gibi- bugün sıra dışı denebilecek kelimelerle anlatmaktan da çekinmemiştir.
Bir "serbest gezen," babayani bir organik zekâdır kendisi.
***
Şems'i tanımadan önce Hakîm Senai'nin eserlerini okuyup ufkunu genişleten Mevlânâ, fikrini kalender meşrep şiirlerle açıklarken tıpkı Attar gibi Senai'yi takip eder.
Bu gerçeği, "Attar ruh idi, Senai onun iki gözü. Biz Senai ile Attar'ın arkasından geldik" diyerek belirtir.
"Attar âşıktı amma Senai padişahtı, daha üstündü. Bense ne oyum ne bu!" sözüyle Senai 'ye iltifatın kralını yapar.
Celaleddin Rumi, Senai'nin,
"Seni yoldan alıkoyan şey / Seni dosttan uzak düşüren nakış / İster çirkin olsun ister güzel. / İkisi de aynıdır."
Beytine şöyle bir açıklama getirir:
"Allah kendisine dost olanların gönüllerine fazladan bir şey koymalarına razı olmaz."
Senai'ye göre:
İlme sahip olan, dağ gibi bir sükûnete sahip olur. Sükûnet, hikmet verir. Huzur olmaksızın ilim, huzursuz ilimdir. Ki yakılmamış bir mum gibidir.
Şöyle taş gibi bir laf da etmiştir:
"Sedefte inci ara, ceylanda misk. Yiğitlerde yürek ara, cahillerde laf…"
Meraklısına:
Senai üstüne bir kez daha…