Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Yeniklik psikozundan çıkarken

Birinci Dünya Savaşı'nın dağıttığı Osmanlı'nın kan ve gözyaşıyla korunmuş bakiyesi olarak Türkiye, aynı kapıya çıkan iki çeşit istikamete mahkûm edilmişti. Ya Muhammedî İslam'ı ve İmparatorluk bilincini külleyerek içine kapanacak, yoksul ve köhne devam edecek...
Ya da Batı'ya kesin adımlarla tâbi olup uydu ülke olaraktan tiranların insafına bırakılacaktı. Birincisi tek parti zorbalığıyla tecrübe edildi. İkincisi de küçük Amerika teraneleriyle...
Ancak kim söylemişti hatırlamıyorum, "Türkiye fazla büyük, bölünmesi yerinde olur!" da dendi...
İstiklal Savaşı'na rağmen bir mağlup psikozu Türkiye insanında hep vardı. İçerde bölücü abuk sabuk bir ırkçılık faş edilirken, nakavt olmaya bir tık kalmış boksörün rakibine sarılması gibi bir şey oldu! Batıcılık böyle bir şeye dönüştü. Türkler Hristiyanlaşsa bile bitmeyecek bir Batılı husumet daima bu ülkeyi düşman gördü, aşağıladı. Biz o zamanlar kendi kendimizi aldatmakla meşguldük. "Varlığım varlığına armağan olsun" falan feşmekân yuvarlanıp gidiyorduk.
Ayrı mesele...
Ne zaman ki kimliğimizi, geçmişimizi keşfettik, maraza çıktı. Bunu keşfetmemiz ise açık söyleyeyim çok uzun sürdü. Ne çok nesil heba oldu ne çok genç öldü ne çok aydın telef oldu ne büyük acılar yaşandı. Henüz o meselede kateteceğimiz çok yol, yememiz ve dahi hazmetmemiz gereken birkaç fırın ekmek var...

***

Yeniklik hissiyatı, batılı yaşam tarzlarını körü körüne taklit etmemize ve ülkesinden tiksinen şehirli bir seçkine, bir tür dekadansa varmamıza da yol açtı. Recep İvedik fecaatine, bel altı komedyenlere ve İslamofobik bir pornografiye alkış tutuldu.
Bu çürümeye itirazı olanlar arasında muhafazakâr- modern birçok insan vardı. Vardı ama reel-politik denen şey, bilinçaltındaki Kapitalist Batı hayranlığı, "Bunlar bizi tarumar ederler abicim!" korkusu hep galebe çaldı. Öyle ki ülke enerjisini iki yüz yıl kendi insanıyla kapışmaya harcadı, gücünü de bereketsiz yıllara...
İlan edilmemiş bir iç savaş durumu daima sürdü. Onlar bizi, beynimizi küçülten bir çatışma içinde tutmak istiyorlardı, öyle de oldu.

***

Son yirmi yılda olan bitene böyle bakmalıyız...
Demokrasi ve bağımsızlık arayışımızı böyle anlamalıyız. Araba, uçak, SİHA, gemi, hızlı tren. Gaz, petrol ve dev santraller...
Bir özgüven patlaması yaşadığımız doğrudur.
Doğrudur da entelektüel hayat maatteessüf tam tersidir...
Düşünsenize, çoğu has bilgemizi biz yabancı oryantalistlerden öğrendik! Dili reddettiğimiz için düşünürlerimizin eserlerini orijinalinden okuyamadık ve irfandan mahrum kaldık. Mahrum kaldık lafını kör cahil kaldık dememek için nezaketen kullanıyorum burada!
Kendimize özgü ne mimariden ne de sinemadan bahsedemeyiz. Batının bakışını öyle içselleştirdik ki, birbirimize "Hangimiz daha çok batılı?" diye bakmaktayız.
Bu otokratik ve tartışmasız batılılaşma bizi, hikmet hazinesinin üstünde oturan ama onun farkında olmayan 'Genç Bunaklara' benzetti...

***

1999'da yayınlanan ilk kitabımın adı "Vatan yahut Ben" idi. Vatan ancak 'ben' ile bütünleşirse vatandı. Baş eğilecek, tahammül edilecek değil, hatasıyla sevabıyla, "biricik benlerin biziyle" anılacak bir kavram. Bir insanlık evi, evimiz...
Şimdi de öyle...
Millet benim için ümmet demek. Ümmet ise Medine Sözleşmesinin ilhamıyla, bütün insanlık!
Soruyorum size, tek tanrılı dinlerle putperestleri ortak bir yaşam içinde konumlandıran devrimci bir eğilim görüldü mü ahir zamanda, başka bir yerde?
Gelin, modern veya muhafazakâr pozitif insanlarla birlikte, 'özgürlük' sözünü Müslüman halklara attığı bombaların üstüne yazanların foyasını akıtalım. Gelin, Şefkat Medeniyetini bu çağın ihtiyaçlarına göre yeniden kuralım.
Böyle bir çağrı var dilimde. Yazıp dururum, kendözümce...
Meraklısına:
Lacivert Dergi'nin Nisan sayısına yazdığım makalenin üstünden aktım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA