Hayat tereddüt etmek için çok kısa. Şuna mı karar versem buna mı karar versem diye geçen zaman âdeta bir klip boyutunda. Şarkı başlıyor ve bitiyor!
Hatay'dan eski tüfek bir arkadaşım yazmıştı geçende. "Burada bir hafta para geçmedi" diye. "Mal mülk için yırtınanlara söylüyorum" dedi. "Bu dünya gerçekten bir oyalanma yeri."
Dünün büyük hırsları bir bakıyorsunuz konteynırda çoluk çocuğuna sarılabilenlerdeki şükre, hızla inşa edilen geçici konutlarda bismillah diye başlayan yeni hayatlara dönüşüyor. Hiçbir önemi kalmıyor depremden önceki ilgilerin. Ailem eşim dostum nasıl sorusu, hayatta kalıp kalmamak asıl ilgi...
İhtiras tramvayından inmek bilmeyen insanı, tabiat indiriveriyor. Ve bize o bitip tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerin nasıl boş olduğunu gösteriveriyor.
Beni esir alamazsın diyor doğa, kurallarıma uymalısın. Tefekkür edenler için belki bu noktada bir şifa var. İlahi bir uyarı belki de bize doğru yöneliyor, zihnimizi, zihniyetimizi sarsıyor. Değiştir bu kafayı, diyen bir sestir bir ihtimal bu duyduğumuz...
Öfke totemlerine meyilli müptelâlara tanrısal bir uyarı belki bu âfet, kim bilir. Rütbelerden soyunmuş çırılçıplak bir insanlık yardımlaşması. "İnsan nedir şimdi bildim" diyen bir idrak aydınlanması. Söylemesi puslu beyinler için biraz zor olsa da ırk, mezhep ve cinsiyetin yalan olduğu zamanlardayız.
"Ey insanlar" diye konuşan O büyük güzelliği anlamak için bir fırsat belki de...
***
Yoksa salt bilime tapanların dediğinin aksine, hangi önlemi alırsan al, acizsin! Başkalarını kandırarak istiflediğin şey seni kurtaramıyor. Bir terör suçlusu gibi yakalanıyorsun ülkeden kaçarken. Adın müteahhit olsa ne yazar, adın havai fişek olsa kaç yazar?
Toprak, su ve ateş ve de hava. Temel ihtiyaçlardan uzaklaştığımız an bildiğimiz dünya bir bakıyoruz: Berhava!
Niçin yaratıldığını unutan insandaki buhran, ayrıştırıcı aşağılayıcı sloganlardaki içgüdüsel hayvan, hayatın sırrını anlamayan insan kılığındaki yırtıcıların holigan tantanası.
İçimizde hep 'sevgileri yarınlara bıraktınız' diyen şairin yakarışı...
***
Şehirlerimizin, medeniyetimizin bütün izlerini silen birörnek tekdüze apartmanlar. Kaç yüzyıldır sonradan görme bir batılılaşma. Toprağa saygısız kentleşme, su gibi aziz olamayan, suyu küçümseyen modernleşme, havayı zehirleyen sanayi. İklim değişimlerine burun kıvıran tıknefes aydın. Palas pandıras bir ilerleme-büyüme sancısı.
Her hatamızda bir ateş yakıyor bağrımızı...
Anıtkabir mi cami mi diye bölünen idraksizlik ile asıl ibadetin "124 bin peygamberle ne söylenmekte bize?" diye sormak olduğunu görmezden gelen geçiştirmeler.
İtip kakmalı bir politik atmosferin bilgilenme seviyemize vurduğu pranga...
***
Bitkileri ve hayvanları koru kolla diyen şefkat. Beslenirken az tüket, cinsleri heba etme diyen, mekânlarında şaşaayı değil ihtiyacı gözet diyen âyet. Bizi yaratılana kardeş yapan merhamet, bir insan öldüğünde bütün insanlık ölür, diye bulutlara yazılan âli dayanışma...
Yunus Baba, 'kendözüne' sahip çık demişti, özünü kavra. Özümüz, birbirimizin yaralarına güneş olduğumuz an nasıl da parlıyor, baksanıza!
Çıkaralım taktığımız şu alelacayip korkutucu maskeleri. Şu yaşadığımız fırtınalarda evet tarafsız olamayız, boş lafları da bırakalım. Ama insaflı olabiliriz, nesnel ve anlayışlı...
Siyaseten neyi kimi seçeceğimizi bilerek, fikirlerimizi korkmadan ifade etmeliyiz. Kollayıcı bir eleştiri ülkemizi rektifiye edecek. Hiçbir mevzuyu ertelemenin âlemi yok. Ben başkanlık sistemine oy vermiş biriyim. Bu yeni sistemin ortaya çıkan ve ıslah edilmesi gereken yönleri varsa bunları da duymak isterim. Onun dışında, gidip Türkiye Yüzyılına mührümü basar geçerim...
Babasının hasta yatağının başında bekleyen hikmetli bir dost, "Anladım ki korkmak için hayat çok kısa abi!" dedi bana.
Evet be birader dedim ona, tereddüt etmek için hayat bir göz kırpması, sadece bir lahza.
Bırak kendini akışa...