"Benden selâm olsun Bolu Beyi'ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden, kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir."
***
Dün gece pervaneyi açtım, yatağa yattım. Öyle sıcaktı ki ter içinde bir uykuya daldım. Dalar dalmaz o da ne? Odanın ortasında ak bir küheylan, üstünde pala bıyıklarıyla koca bir adam belirmez mi! Belindeki kılıcı kirmani. Dev bir akıncı...
'Odanın ortasına nasıl girdi bu at?' diyemeden daha, şöyle bir şaha kaldırdı atını, "bana bak" dedi, "korkma, bir şey söylemeye geldim sana!"
Benim dilim tutulmuştu, ağzımı açtım ama sesim çıkmadı.
O gür sesiyle konuştu:
"Bir tarafım zahiren cengaverdir, ensemde çifte vav. Uçarım atımın terkisinde, gazalar zaferler birikir heybemde.
Bir tarafım haksızlığa isyanlarda, celali bir damarım vardır. Durmam dalkılıç dalarım zorbalığa.
Bir tarafım batınen şair, kelimeler birleştirir iki yanımı. Sözün özüdür istihkakım, gazi dervişim. Alperen de diyebilirsiniz siz bana..."
Gecenin ortasında öyle davudi konuşuyordu ki, aklıma komşular geldi. Koskoca yiğide, sesinin alçalt abi sıkıntı çıkmasın, diyemem ya!
"Eyvallah usta" dedim, içimden de hayırdır inşallah...
Devam etti o:
"Duydum ki Bolu Beyi denen zalim nesep heyheylenmiş yine. Söyle ona, gelirsem benzemem o sahipsiz gariban göçmenlere.
Benden selam söyle sen o beyefendiye, terbiye salsın nefsine! De ki, Köroğlu düşer mi eski şanından, ayıklar adamı zank diye belediye makamından..."
Bir uyandım sabah olmakta, ne rüyaymış ama! Kalpten bir selam çaktım Köroğlu'na...
***
Demem o ki: Allah çeşitliliği sever, insanın içi de çoğuldur, bundan korkmaya gerek yoktur...
Memleketin birçok yerinde yangınlar çıktığı için sevinenleri düşündüm. Göçmenlere nefret kusan faşolarla, yangınlar çıktığında, hayvancıklar, bitkiler, evler, insanlar yok olduğunda neredeyse zil takıp oynayacak hale gelenler, insan mıdır gerçekten diye sordum kendime.
Aklıma sebepsiz, gençliğimin baba şairi Ahmed Arif geldi.
"Dört yanım p... zulası, Dönerim dönerim ha çıkmaz..."
Şiiri kafama göre tamamladım:
"Ekmeğimiz yer suyumuz içerler, cazgır hain çıyansı.
Dört yanımız usta, p... zulası!"
***
Geçen gün yağmur yağınca deniz menevişlendi. Sonra güneş Ayasofya'nın ardına saklandı, gökdelenlerin camları yandı.
Sıradan bir taşı bile vakti zamanı geldiğinde elmasa dönüştüren hayat, elini kel kafama koyunca içimdeki delikanlının kızgınlığı yumuşadı. Yine de susmadan önce "ne çok kazma var etrafta, nasıl yaşayacağız bunlarla, o eski orman kulübesine kaçsak mı?" diyerekten son lafını da etti...
O susunca İçimdeki İhtiyar'ı duydum. "Elhamdülillah" dedi. Akşamın kokusunu derin derin içine çekti. "Aklınla değil Kalbinle akletmeye devam" diye ekledi. "Yol budur!"
Sonra çiçeklerin arasında küçük bir çocuk gördüm. Yalnız, mahzun, ürkek bir çocuktu. Koca kara gözlerini içime akıttı. Usulca gülümsedim ona. Göğsümden sanki bir yük kalktı.
Ömür dedim, ne yorucu bir meşgale be usta, dedim kendi kendime. Ufuktaki kızıllığın oralara, bilgelerin kapatılmış tekkelerine, mesela Sümbül Efendi'ye doğru baktım. Sanki başını bana, anlar gibi salladı...
Öyle olunca içimdeki Kalenderî ayağa kalktı. Asgari ücretle çor çocuk geçindirenlerin tevazuundan utandım. Utanmayanlardan da ellerim titreyerek utandım...
***
İçimdeki sesleri ve kendimi şöyle bir derledim, toparladım. İnsan dedim, ne acayip bir mahluk dedim. Hem çakaldan daha çakal hem zarif ve maceraperest, yasemin kokulu bir sarmaşık kadar. Sonra yatsı ezanının aşkını, hicranını dinledim.
'Hazreti İnsan'ı düşününce gömleğimi ilikledim...