Zarafet nedir? Kadınlardan kopya çektiğimiz şeydir...
***
Hayatta ilk tanıdığım ve hayranlıklara gark olduğum insan cinsi anneannemdi.
Cumhuriyetin ilk vali vekillerinden babasını erken yaşta kaybetmiş anacığım iki erkek kardeşi için daktilo öğrenip sekreterlik yapmış, kardeşlerini yatılı okullardan mezun etmiş, sonra da dik başlılıktan kurmaylık hakkı elinden alınmış babama nikahı basmış, onu büyütmeye başlamıştı!
Beni Anneanneme, bir nevi cennete bıraktı.
Anneannemin evi bir kadın dayanışması kulübü kıvamındaydı. Dünya işlerinin özlü analizleri, tığla örülmüş tül perdelerin kuş desenlerinde hayat üstüne anekdotlar, okunmuş pirinçlerdeki şefkatli üslup, fikriyatın telveli kahvelerinde derinleşmeler...
Orada evleri, aileleri, çocukları yöneten kuvvetli, hükümet gibi kadınları izledim. Yemek tariflerinin ardına saklanmış ve dışarıya asla açılmayan gizli anayasaları okudum...
Geçmişle bağlarını koparmamış İstanbul'un kadınlarındaki mahir kuvvet, o yıllarımın bilincine işte böyle işledi...
***
Yıllar geçti, plazalar, jet-set feminizm, şunlar bunlar. Evinde yemek kokusu olmasın diye yırtınanlar gördüm. Haneyi kotarmayı, çay demlemeyi 'Kezbanlık' diye küçümseyen, kaba bir eşitlik zorlamasıyla birbirine hayatı zehir eden yeni orta sınıfın aşk hezeyanlarını yakından gözlemledim.
Didişmenin fit olmakla örtülemeyen baygın kederini kokladım...
Batıda bile eleştirilen ucube bir kültürün, ahmak bir modanın özentisiyle kızlarının özel dönemlerini sünnet gibi kutlayanların ileriki yıllarda biçare pişmanlıklarına tanık oldum.
***
Başka bir gezegende ise savaşçı Bacıyân-ı Rum, yani Anadolu Kadınları başlarındaki örtüyü, kendi seçimlerini ve hâllerini savunmak için kıyasıya mücadele ediyorlardı. Büyük bir savaş verdiler ve sonunda kazandılar. Çünkü bu ülke örtülü örtüsüz envaı çeşit Müslümanların ve başka inanışların eşit ülkesiydi. Kendini buldu...
Ardından dini bir 'erkek dini' olarak algılayan bağırıcıların zamanı geldi! Arkaik bir erkek ideolojisini 'Ey insanlar' diye konuşan mübarek söze, aşk dolu bir peygambere yapıştırmak, daha da ileri giderek irfanî geleneği perdelemek isteyenler ortalara çıktı. Neyse ki bu sesleri çok çıkan güruh mutedil insanlar tarafından fazla ciddiye alınmadı. Alınmadı ama onlara yöneltilen her eleştiri itikada yöneltiliyormuş gibi algılanmaya da devam etti...
Etti fakat Türkiye, kendine has büyük silkinişinin derbeder adımlarıyla yeni bir uzlaşmaya, yeni bir mutabakata doğru yürürken, kadına yönelik şiddet de her tarafta telin edildi ve önlemler için yasal, kültürel arayışlara gidildi.
Bu arada kadına bakış anlamında ham batıcılarla, ham sofuları birleştiren çizgi daha da bir netleşti...
***
Her değişimin bir yan etkisi de olacaktı, ki oldu. Ortaya Şirret Kadınlar Örgütü çıktı! Bunlar erkek magandalığına karşı toplumda uyanan duyarlılığı kullanmak için her türlü şeyi mubah gören bir 'Woganda' teşkilattı. Aldatan kocasından intikam almak için kayınbiraderiyle kızını parka gönderen, sonra kızımı taciz ediyor diye bağırıp kemiklerini kırdıranlar mı dersiniz? Her telefonuyla oynayanı sapık ilan eden mi dersiniz, ne derseniz deyiniz...
Bu noktada anneannemi, onun fısıldadıklarını hatırlarım, "evladım bazı kadınların usturası içindedir, saklıdır" derdi. "Nerede saklıdır?" diye sorardım. Göğüs tahtasını gösterirdi, "İşte burada!"
***
Ben yine de onu bilir, onu söylerim:
Bu toprakların kadını baş tâcı eden has bilgisini içimize sindirerek, İslam Medeniyetinin Annemarie Schimmell'in diliyle müennes, 'dişil' ruhunu hazmederek ulaşmaya çabaladığımız gelecek bizi daha da güçlü yapacak.
İdrakimi inşa eden, zor da olsa zâtımı adam eden o büyük kadınlara şükranla, görür müyüm bilmem ama...
İnanıyorum yeni çağlar göğüs tahtasında zarif, şeker renk bir bilgelik taşıyan kadınların ve de erkeklerin çağı olacak...