Pandeminin de tetiklediği bir hezeyan halindeyiz.
Sosyal medya kafayı yemiş durumda. Sanal ortamda seri cinayet gırla...
Bedenen şehirde ama ruhen taşrada yaşayan huzursuz insanların boğuntudan kaçmak için girdikleri sos-medyayı suçlamak da boşuna. Seviye derseniz, bizim aynamız orası. Biz nasılsak o da öyle. Anlıyoruz ki ortalama durum nakıs. Bu konuya kafayı takmalıyız…
İnsan nedir, nasıl yükselir sorularına cevap arayan bilgelik okullarını, o tekkeleri kapatıp… Millete dar gelen bir Fransız zaptı raptını giydirmek… Bin yıllık medeniyeti, sanatı, kültürü, şiiri unutturmak da ne kadar hatalıysak o kadar hatalıyız şimdi bu postmodern işlerde.
***
Ondandır, bir TV profilinin Suriyelilere yönelttiği yüz kızartıcı söylem bizi şaşırtmaz! Evvelsi gün örtülü kadınlara, ondan önce Kürt vatandaşlara da aynı şeyler…
İşimize geldiği zaman susuyor, işimize gelmediği zaman arıza çıkarıyorduk. Onu da unutmamalı.
Biz çünkü bu topraklarda yetiştik… Yabancı liseler kadar devlet liselerinde de klonlandık. Beynimize çamaşır suyu döktük. Aradan yırtanlar ise iki tarafa da yaranamadılar. Çünkü içimizdeki en cesurlara göre, O'nun yeryüzündeki temsilcisi olduğunu anlayan serbest fikirli insanlara göre özgür düşünce, insanı insan-ı kamile. Tamamlanmış insana götüren nasihat demekti. Özgürlük, fikri hürriyete nispetti. Yani var olanı anlama ve kadim bilgiye sahiplenerek hayatı iyiye doğru götürmek. Âlimce yaşamak, şairce yaşatmak da diyebilirim ben buna…
***
Siyasi düzeydeki zıtlaşma da hızla çözülüp başka kıyafetlere bürünüyo r öte tarafta.
Eski ketumluklarıyla yüzleşen Batıcıl kadrolar ile ülkeyi yukarı doğru çeken Müslüman siyaset arasında süre giden atışma toplumdaki bilinç yükselmelerini karşılamıyor fakat!
İnsanlar bir sakinlik… Gerilim hatlarından uzak… Vatanseverler yeni bir uzlaşmanın yollarını arıyor…
İster laik ister dindar, sağlı sollu kafayı yemiş Selefi eğilimler dışında kalan nüfus, gerçekten bir durmak, bir nefeslenmek de istiyor…
Beyaz burjuvalarla, Esmer burjuvalar arasındaki kültürel dengesizlik ise mâlum… Siyasete sırtını dayama şansını kaybedenlerdeki mırın kırın belki de ondan… Rekabetçi bir ortamda tek başına ayakta kalmak için dünyaya söyleyeceğin oturaklı bir lafın, tumturaklı bir marifetin olmalı. Değil mi ya?
Bunlar yoksa, üniversiteler fuhş-i atik diye öten görmemişin teki, kabalık ve paspallık hadisesi vuku buluyor.
Ve de kapışma öncelikle dilde, felsefede sürüyor…
Bilgide, teoride, kavrayışta, düşüncedeki sınıf savaşı finali belirliyor. Sınıf savaşı dedimse, medeniyetler arasındaki fikir savaşıdır bu. Beyaz Adam dedimse,
Kristof Kolomb hani! O kanlı sömürgeci…
Sözümüz bir çağlayan gibi; zarif analizler, derin düşünceler, bugünü açıklayan bilgeliklerle güldür güldür akmayınca özgür de olamıyor Kızılderililer, yerliler, esmerler. Ya da kısaca bizimkiler…
***
Çok eski bir Hümeyra şarkısı geçiyor, sisli bir tramvay gibi göğüs tahtamdan.
"Ya her şeyim ya hiçim / Sorma dünyam ne biçim / Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor…"
Lafın özü, yeniden terk ettiğimiz o eve dönmeliyiz. Hep onu diyorum.
Hiç ayırmadan, o kötü bu iyi demeden, büyük bilgeliğimizin çoğul hazinesine. Asıl evimize geri dönmeliyiz…
Mesela küçük bir şeyle:
Yeniden restore ettiğimiz dergahları, tekkeleri şirketlere, derneklere filan değil, Mevlevilere Şâzelilere Bektaşilere Melâmilere, kimse onlar, emaneti asıl sahiplerine geri vererek başlayabiliriz işe…