Fikirsiz bir bıdı bıdı peşinde, sunta tadında bir kabuk hâlinde kendini, aslını, esasını, şiirini kaybetmiş bir dünyadayız dostum. Orası mâlum.
Aman diyorum, mukayyet ol kendine!
Sinsilik her yerde, özellikle de dijitallerde.
Bir filmin sahnesine plastik çiçek ve gerçek çiçek koyup kendi halinde bir hocanın kişiliğinde koca bir bilgeliği görmezden gelmek. Dindar gençlere aksan yapıp komiklik olsun diye Jung konuşturmak.
O beyaz sıkıntının, o dağınık yatakların cılkı çıkmış cinsel hikayelerini gözümüze sokmak…
İşin felsefesini ele verir! Beyaz adam kaşını kaldırır. Güzel oyunculuklardır…
Ama harbiden geldiğimiz günde, ev temizliğine gelen genç kızların insan olduğunu hatırladığı için bir diziye tezahürat etmek… O kadar da değildir hani.
'Nerelerdeydin be birader, sen yokken buralarda darbe oldu, devrim oldu. Toz duman kalktı. Ama iyi ki geldin. Bak, Üsküdar'da sabah çok güzel oldu.'
Demek isteriz…
***
Yeri zamanı mı bilmem ama, ben her sabah kumrular ötünce uyanırım.
"Bir denize varıncaya kadar, bir nura varıncaya kadar gittim ve sadece gariplerin, garip gurebânın, Allah'tan başka hiç kimsesi olmayanların, hakka en yakın olduklarını gördüm!" demiş Harakâni.
Tanrıya yakın olanlar 'ezginlerdir' demiş. 1000 yıl önce söylemiş bunu! Harakâni'nin, Ebu Said Ebu'l Hayr ile buluşması da müthiş hikâye. Karşılaştıklarında birbirlerine sarılıp ağlıyorlar ve üç gün üç gece bir odaya kapanıyorlar. Sonra dışarı çıkıp susuyorlar...
Harakâni neden sonra "Niye susuyorsun?" diyor. Hayr, "İnsan olana dinlemek yakışır be usta" diyor. Susmaya devam ediyorlar…
İnsanı açan, genişleten demişler onun için. Ferahlatan… Hayr, 'Ne olursan ol gel' davetini ilk yapan kişi. İbn Sina'yla mektuplaşmaları var. Esas problem bencilliktir demiş. Onu yenmeden yol kapalı, yan yollara sapma kaybolursun, demiş.
Olursa, böyle kâmil olmalı insan…
***
"birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri / gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri
kentleri ve kasabaları ve köyleri çevirdik senin adına / kapıları tutmaktan artık herkesin nasır oldu elleri
olsun daha da tutarız sen varsan düşüncemizde ama gel / tutarız karaları ve denizleri ve yaşayan yürekleri
kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara tellere / yine kendin kullan artık kendi yaptığın tüfekleri
bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin / nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri..."
Turgut Uyar'ın Münacat, dua şiiri bu. Naat, peygamber aşkını yazan bir adamdır aynı zamanda kendisi.
Bu kafası karışmış çağda, saltanatların, hazzın ve histerinin ormanında hepimiz kadar ter tepelek şaşkın ve kendini arayan…
Bu sabah onu düşündüm. O koca şairi.Güzel insanı! Oturabilselerdi Harakâni ve Hayr ile. Sussalardı uzun uzun. Sussalar bir balıkçı kahvesinde bir ışık halinde.
Maske, mesafe ve sâde kahve…
Onlara da format atmaya yeltenir miydi acep şu gürültü nesli?
Kumrular diyorum. Güvercin de olur...
***
Nedir, üstü hat işlemeli eski bir kol düğmesidir hayat. Nedir, insan ancak bir vaziyetten başka bir vaziyete taşınırken -evden eve taşınmayı düşünün- kaybettiğini bulur... Misal, kol düğmemi ben öyle buldum ama konu bu değildir.