Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

İçimde gizlenen çocuk

Hassaten hayal dünyası geniş bir tıfıldım...
Sıcaklarda Yenikapı, Kumkapı, Aksaray'ın sokaklarını toz kaplardı. Su damlası asfalta düşer bir topak haline gelir, yuvarlanır gezegen olurdu. İstanbul bakımsızdı. Bazı günler caddeden geçen arozözün sıktığı su saniyede buhar olur uçardı. Yoğurtçu kapıya geldiğinde kaymağını bana saklardı...
Yaz tatili zamanlarıydı. Köşedeki pastanenin çeşmesinden dondurma akan makinesini seyrederdim. Ne sihirli bir şeydi!
Mahallenin güzeller güzeli ablası Sıdıka, mini eteğiyle gezer, mahallenin gençleri ardından serçeler gibi betona düşer, heder olurlardı.
Çöpçüler Can Yücel'den çok önce kocaman elleriyle yere düşen aşkları toplarlardı...

***

Bulvar sinemasının önünde çizgi roman değiş tokuşu son hız devam eder, Zagor alınır, Teksas verilirdi. Yerinden kalkamayan obez ötesi kağıtçı amca, adeta dev bir ahtapot, iskemlesinden sarkar ve her defasında bizi kazıklardı. Evdeki sandıkta zulalanmış Ses, Marko Paşa ve Hayat dergilerini almış, bana sadece 5 lira vermişti. Gerçi benim için servet değerindeydi de yediğim fırçalara değmemişti!
Evin loş köşelerine çekilir 'anânem'in yaptığı mis gibi sütlacı yer, hayaller kurar, sonra kalkar 'taşımı' bulurdum! Onu dil altıma koyar, tam bir saat bağıra bağıra Tommiks okurdum. Peltektim... Üniversiteli bir abi tavsiye etmişti. Ben fıdı fıdı konuşunca gülmesini zor tutmuştu.
İnşallah iyileşecek, sular seller gibi konuşacaktım.
Tabii önce okunmuş pirinç yutacaktım...

***

Bir eğlencem de gölgeler ara sokaklarda uzadığında, bugünün dandirik apartmanlarına benzemeyen evlerden çıkan çocukların yaptığı çift kale maçlardı.
Tam, Bilir Koleji'nin yanıydı...
Bilir Koleji deyip de geçmemeli.
Duvarına tırmanıp bahçede voleybol oynayan lacivert-gri kızlara, oğlanlara bakardım. Sanki başka bir gezegenden gelmişlerdi. Mahallenin kalantoru Keresteci İbrahim'in çocukları da oraya giderdi.
Sıdıka Abla onun kızıydı.
Benim annem babam yoktu, uzaklardaydı.
Bir tek anneannem ki ona "Anne" derdim. Bir de bizde toplanan Edip Cansever tadındaki bezik oynayan kadınlar...
Ondandır 'annecim babacım' diye konuşan çocuklara gıcıktım. Mahcup, hüzünlü bir şeydim. Az konuşurdum ama içimde hayaller, sinemaskop uzaylar...

***

Neyse işte kolej kapalıydı. Gider bir köşeye çekilir, görünmez olur, çocukların futbol maçını seyrederdim.
Heyecanlarına katılır, gol olunca sevinir, içimden bir takımı tutar, kısık sesle tezahürat yapardım. Öyle eğlenirdim ki döndüğümde anneanneme sarılır, ondaki tarçın kokusunun ortasına yatar, bulutlara çıkardım. Onu sevindirmek için peltek dilimle Fatiha okur, gözüne girerdim...
Yine bir akşam üstü park etmiş bir arabanın arkasına saklanmış, cebimdeki kurabiyeyi yemiş, maç seyrediyordum.
Çocuklarla birlikte seviniyor, onlarla birlikte üzülüyordum. Bir faul olmuştu, kendimi tutamamış bağırmıştım.
Birden çocuğun biri beni gördü. Maç durdu, elemanlar bana doğru geldiler.
"N'apıyorsun" dediler. "Seyrediyordum" dedim. Sanki bir suçlu gibi hissetmiştim.
"Oğlum" dedi biri, "Kendi kendine şut çekiyorsun, gülüyorsun, bağırıyorsun, zıp zıp zıplıyorsun. Hasta mısın nesin be?
Deli!" Ağlamaya başlamıştım. Koşar adım uzaklaşmaya çalıştım. Ben kaçınca çocuklar azmış, peşimden koşuyorlardı. Onlara zararsız olduğumu anlatamamıştım. Aslında aralarına girip oynamak istediğimi...
Arkamdan bağırıyorlardı: Manyaak!
Ter tepelek eve vardım, loş bir köşeye çekildim, düşündüm. İnsanlar tehlikeliydi, mesafe önemliydi. İzlerken açık vermemeliydim. Anladıklarında sıkıntı çıkıyordu...
Yıllar geçti peltekliği yendim, radyo programı bile yaptım. Sinemacı oldum, gazeteci oldum, romanlar, kitaplar...
Bir yazar oldum esasta.
Fakat içimdeki çocuk yok mu, o görünmez çocuk?
İşte o seyretmekte hâlâ...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA