Göz alabildiğine yeşil çayırların ufkunda kalan söğütler, incirler, cevizler küçük derelere eğilmişti. Mısır tarlalarının denizinde at üstünde bir kız, sanki güvenli bir masal ortamında rahvan ilerliyordu.
Küçük çocuklar bin yamalı futbol topu önlerinde tek kale maç yapıyorlar, radyodan alaturka şarkılar yükseliyordu. Biraz önce kafalarında oyalı takkeleri, koltuklarında Mushaflarıyla Kur'an kursundan dönmüşlerdi.
Gün devrildiğinde kuyulardan emme basma tulumbalarla sular çatıdaki depoya çekilecek, bahçeler sulanacaktı. Kabaklar sakız rengi, domatesler şık latife, sivri biber kabadayı bir tarzda olacaktı.
Diz boyu nanelerin arasına inen paçalı bir güvercin kümesteki minyon İspenç horozuna yan bakıyor. Horoz -ki fıtraten arıza- diklenince, güvercin kanat vurup zincirleme taklalar atarak hava atıyor. Bu artistliğe horoz ibiğini sallayıp mahmuzlarını bileyerek cevap veriyordu.
Mutedil ve organik bir mahalleydi...
***
Mahallenin üstünde koca cam bir fanus vardı! Fanustakiler kimseye ilişmeden yaşıyor, danteller arasında fasulye ayıklayıp kahve falı açıyorlardı.
Evlerden patlıcan kızartması kokuları gelmeye başlayınca partal minibüslerle fanusa dönen aile babaları, matbaa çırakları ve fabrikaların narin kızları tamam olunca bahçelere masalar kuruluyor, bazılarında çay, bazılarına çaktırmadan dem konuyordu. Aslanağızlarının, yediveren güllerin altında yatan kedi, köpekle birlikte Allah ne verdiyse bir ziyafete oturuluyordu...
Sonra uyumadan önce lambalar söndürülüyor, bir süre yıldızlara bakılıyordu.
Yıldızlar yaz gecelerinde sadece fanustakilerin anlayacağı bir 'kuşdiliyle' konuşuyor, fanus milleti dinledikleriyle her sabah daha bir al yanaklı kalkıyor, türkülerle şarkılarla hayat denen mucizeyi şenlendiriyorlardı...
***
Tabii fanus dışında da bir hayat sürmekteydi...
Bunlara 'İstifçiler' denmekteydi.
Ensesi kalın, gözleri kanlı insanlardı bunlar.
Süper elektronik binalarda oturuyor, tuvalette bile robotik makineler tarafından taharetleniyorlardı.
Her şeyi istif ediyorlardı.
Arsaları, ovaları, çayır çimen ve dereleri topluyorlar, sonra buralara modern apartmanlar, fabrikalar dikiyor, hiç durmadan mal mülk para biriktiriyor, sadelik adına ne varsa paket yapıp satıyorlardı.
Şişkin bankaları, kocaman arabaları, bükülebilen televizyonları, astronomik fiyatlı terapistleri, 'ilerleme' adında janjanlı hapları filan vardı.
Öyle bir an geldi ki gökyüzüne, yıldızların enerjisine bile haciz getirdiler, el koydular...
Soytarıları bile aynı kafadaydı. Erkekleri, kadın biriktiriyordu! Bir kadına kancayı takıyor, kapısında yatıyor, sonra birlikte olup ayrılıyorlardı. Kadın olanları da ayrılırken tazminat falan alıyor, onlar da erkek istifliyorlardı.
Ekranlarda her saat bunların bulantılı maceraları dönüp duruyordu.
İstifçilerin tanrısı da mevcuttu. Ona 'bilimsel' diyorlardı.
Lafa 'bilimsel' diye başlayan rahipler onları her saniye vaftiz ediliyordu...
***
Gün geldi Fanustakiler, çocuklarını istifçilerin istif okullarına gönderdiler.
Daha fazla dışardaki tekno dünyayı görmezden gelerek yaşayamazlardı ya!
Çocuklar gitsin, istifçilerin ilmini öğrensin dönsünler ki fanus güçlensin, istifçilere karşı dirensin istediler. Bahçeler yaşasın istediler.
Ama tam tersi oldu!
Çocuklar dillerini unutmuş olarak döndüler. Fan fin fon diye konuşuyorlardı.
Erkekler kaşlarını aldırıyor, kızlar karıncalara zehir atıyor, daha dün içinden çıktıkları çevreye aerosol sıkıyorlardı. Ruhsuz, tuhaf bir organizmaya dönüşmüşlerdi...
Çok geçmeden yeşil dünya betona, kümes hayvanları otomat çiftliklerde kanser tümörlerine dönüştü.
Dar kutulara tıkılan insanlar yıldızları göremez, konuşamaz oldular. Kuşdili unutuldu.
Mısır tarlaları bundan böyle olsa olsa, internet krallarının dijital oyunlarında yapay bir fondu.
Fanuslar yıkılınca yamalı futbol topları eridi, taklacı güvercinler gitti.
Bahçeler de insanlar da işte böyle sararıp soldu...