Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Metrobüs, kitap ve Hindistan

Dönüp geriye baktığımda gerçek bir maceraperest gördüğümü saklayamam.
Girip çıkmadığım kapı kalmamış ömrümde. 'Büyük Kader' var elbette ama kavşaklardaki hareket bireysel, ona göre tanımlanıyor kişi. Hayatımın bir kısmı da kitap fuarlarında geçti...
Geçen yüzyıl, Osmanlıca'dan Yeni Türkçe'ye çeviriler yayımlayan bir yayınevinde çalıştım. Hilafsız bir entelektüelin gariban işyerinde, minicik bir odada yayın yapıyorduk. Dağıtımcılar paramızı vermiyor, rahmetli abimiz sinirden o eski telefonların koca ahizesini ağzına sokup ısırıyordu! Evsizlikten gizlice orada sabahladığımı, handa kilitli kaldığımı hatırlıyorum.
O vakitler Taksim'deki TUYAP Kitap Fuarı ise en neşeli günlerimizdi.
Kendi yazdıklarımın da raflarda olacağı günleri düşlerdim. Saçlar uzun, sakallar kaviydi.

***

Evvelsi gün 'imzam' vardı, yine kitap fuarına yol aldım. Söğütlüçeşme'den hurra metrobüse bindik, milli olduk.
'Edirne' sınırındaki fuar alanına zor zahmet ulaştık.
Kitap okunmuyor diyenlere inat epey kalabalıktı. Gençler, çocuklar, eski dostlar, zarif okuyucular. Fuarın bu denli şehir dışına hangi saiklerle taşındığını hiç anlamasam da eski heyecanlar kafamın üstünde enerjik bir yel gibi esti. Konuşmalar, konferanslar, yeni yazarlar, eski yazarlar, sos-medya fenomenleri... Herkesin koltuğunda bir sürü kelime. Gözlere baktım, hepsinde tatlı bir merak.
İmzamızı attık, tanış olduk. Dönüş yolu için metrobüs durağına yürüdük.
O da ne? Nasıl bir izdiham anlatamam size. Millet karman çorman, sıra filan yok. Gelen otobüse bir saldırıyorlar ki sanırsın İstanbul'un fethindeyiz. O kadar yani!
Bir anda 'fetih' beni sürükledi, kendimi nereye gideceğini bilemediğim bir otobüste buldum. Kaybettiğim arkadaşlarıma anca telefonla ulaştım. "Şirinevler'de inelim çay içelim, hava alalım, buralarda boğmaca olmayalım" dedik.
Yanımda bir çanta dolusu kitabıyla temiz yüzlü genç bir adam. Polismiş.
Telefon konuşmamı duymuş, "Aman abi" dedi, "Sakın Şirinevler'de inme!" "Niye?" dedim. "Abi orada rahat edemezsiniz." Ergenliğimin romantik seneleri o semtlerde geçmişti. Nostalji yaparım diye düşündüm, indim. Bir başka boyuta düştüm!
Karşıdaki geçide baktım, Beyoğlu'nun eski yıllardaki kaosunun bin katını gördüm. İnsancıklar minik Japon adımlarıyla yürüyebiliyorlardı.
Şirinevler mi dedim, tuhaf bir uzayın 'kargaşa evleri' desem daha doğru olur.
Küçücük meydan tıklım tıkıştı. Yerler çer çöp. Yüksek, cam metal, hangi medeniyete ait olduğu şüpheli çirkin binalar ortama adeta sıcak hava üflüyor millet sonbaharda buram buram terliyordu.
Ara sokaklardaki dükkân tabelalarının fosforlu ışıkları, eski siyah beyaz filmlerdeki bar pavyon manzaralarını anımsatıyordu. Öyle bir estetik yoksunluğuydu ki bu, kesif bir umutsuzluk dizlerimizi kesiyordu...
Caddenin hemen öte tarafında, demir kafeslerle ayrılmış Ataköy'ün tanzim edilmiş bahçeleri, geniş sokakları, sakin apartmanları gözükürken, bu taraf evet sanki bir Hindistan'dı!
Eşitsiz bir gelişim, bir kimsesizlik.
İnsanlarımız temiz pak giyinmişlerdi, sadece böyle bir farkı vardı bu resmin Hindistan'dan.
Öyle bir bırakılmışlık hissi duydum ki, kriminal olaylar ve kişiler için buraların bir sera olduğu düştü aklıma. Gece bu meydandan geçen hanımları düşündüm ister istemez. İçim acıdı.
Tıfıllığımın çam korularına, yoksul ama gül bahçeli evlerine ne yapmıştık biz böyle? Kaç İstanbul vardı bu İstanbul'da?
Türkiye İttifakını düşündüm. Asıl şehircilikte böyle bir ittifak yapılmalıydı.
Türkiye yükselen bir ülkeydi, istersek bu rezaleti çözerdik, çözmeliydik.
Sonra içimdeki ihtiyarı duydum:
"İyi ki indin burada o otobüsten, indin de başka hayatları gördün. Kafayı kuma gömme" dedi.
Sırt çantamdaki kitabı, Her İnsan Bir Âyet'i yokladım, aklımda o kitapsever polis. Başımı önüme eğdim...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA