Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Cadılar ve güzelavrat otu

Ispanak ile karışmış güzelavrat otu yediği düşünülen ve hastaneye kaldırılan insancıklarımızı, ardından kopan ıspanak paranoyasını izleyince, güzelavrat 'belladonna' üstüne, o yitirdiğimiz şifa kültürü üstüne düşündüm.
Zehirlenen vatandaşlardaki halüsinasyon görme gizeminin ardında Anadolu diasporasındaki şifalı bitkiler konusunda hafıza kaybımızın da etkisi var. Beynimiz bu kültüre turist, tanımıyoruz.
Tabiatta bulunan her şeyin Allah'ın bir tecellisi olduğu unutulmamalı. 'Yaratılmışa aşığız Yaradan'dan ötürü' sözü bitkileri de kapsamakta. Her nimet, zehir de olabiliyor, dozaj mühim. Yani ilim irfan, fikri gelenek, geçmiş tecrübeler ve ananevi bilginin aktarımı mühim.
Güzelavrat, oğul, dul karı, Boru, Belladonna denen bitki de öyle. Faydaları saymakla bitmiyor:
Kanı temizliyor, gut hastalığına karşı, Sistit ve frenginin tedavisinde işe yarıyor, afrodizyak etkisi sayesinde cinsel isteği ve gücü artırıyor. Romatizma ağrılarını gideriyor, cilde botoks etkisi yapıyor, saç çıkmasını hızlandırıyor, sedef hastalığı ve sivilce tedavisine iyi geliyor.
Ayrıca mide, bağırsak, astım, kalp, sinir ve beyin hastalıklarının tedavisi için yapılan ilaçlarda kullanılmakta. Bu bitkinin güzelavrat otu diye anılmasını sebebi ise eski zamanlarda kadınların gözlerine bu bitkiden elde edilen alkaloitleri damlatarak gözbebeklerini büyütmeleri ve bu şekilde çekici gözlere sahip olmaları.

***

Her sırlı bitki gibi belladonna da aklı olmayan ellerde bir zıkkım! Bitki alındıktan 30 dakika sonra boğazda kuruluk, susuzluk, göz bebeği genişlemesi, görme bulanıklığı, baş ağrısı, baş dönmesi, sayıklama, taşkınlık görülüyor.
Nedir, şudur: Yaratılan her şey hem şifayı hem zehri içeriyor...
Muskat'ın neye iyi geldiğinden tutun da limon melisa ile sarı kantaron'un anti depresif etkisine, diyabet hastalığında kullandığımız ilaçlara Mezopotamya florasının taban oluşturduğuna filan, hepsine ecnebiyiz.
Burada ecnebi demek de pek yerinde değil. Çünkü ecnebi dediğimiz Batı, Doğu'nun bitkisel sırlarını toplayarak, laboratuvar ortamında yeniden drajelendirdi ve kontrolsüz, despot bir ilaç sektörü kurdu.
Bu anlamda Batı fenni ile bizim şifalı bitki ilmini birleştiren yeni âlimler mühim...
Tek bir örnek vereyim, ham yeşil cevizden geçmişte iksirler yapılmış. Sonra unutulmuş. Gelin görün ki bir Alman firması bu formülü kaparak kendi sirkesini üretmiş ve insülini dengeleyen bir ürün olarak dünyaya satmış durmuş.
Çam kozalağından, ardıça kadar envai çeşit iksir. İyi ki eski şifacıların okumuş evlatları tekrar bu işe girdiler. Üniversiteler bu mevzuda nihayet çalışmaya başladılar.
Ki zaten kadim medeniyetimizi, medeniyetleri ilgilendiren her konuda uzun sürmüş bir uykudan ayılmanın arifesindeyiz.
'Osmanlı'yı geride bırakacağız' diyerekten itelediğimiz yerli tıbbi mirasımıza sahip çıkmalıyız.

***

Bu arada trajikomik bir anım var. Lisede okuyordum. Bakırköy çay bahçelerinde takılıyor sözde dünyayı değiştiriyorduk. Bir gün geç hippilerden biri geldi bir kavanoz çay getirdi. Dedi bu çok güzel bir çay beyni açıyor. Herkes bir yudum aldı. Yeşilaycı zatım da delikanlılığa leke sürmemek için iki yudum içti. Sonra gitme zamanı geldi. O zamanlar yürümeyi çok severdim. Yaklaşık 8 km ötedeki evime yol aldım. Gün batıyordu. Birden kendimi bulutlar üstünde yürüyen tahtadan bir pinokyo gibi hissettim! Dizlerim kesilmişti. Güneş sanki batmıyor da üstüme akıyordu. Ödüm patladı. Ağzım bir sunta kadar kurumuştu. Bildiğim bütün duaları okuyarak yoluma devam ettim ama sanki çevre silinmiş tuhaf bir uzay beni içine almıştı.
Neyse, kim bilir kaç saat sonra eve vardım. Bir baktım, büyük aşkım anneannem çipil gözleriyle divanda oturuyor! Mahsusçuktan onu görmezden geldim. Masaya oturdum, kendimi çok halsiz hissediyordum. Anneannem ise bana ses vermiyordu. Niye acaba? Tam o esnada önüme bir bardak ayran kondu. İçmemle banyoya koşmam bir oldu. Nasıl bir istiğfar! Sonrasını hatırlamıyorum. Sadece fırfır dönen bir dünya.
Ertesi gün uyandığımda titrek bacaklarımla kalkıp anneannemi aradım, yok! Annem, "Hayır gelmedi!" deyince anladım: Halüsinasyon görmüştüm...
Daha sonra bu çayı içen birinin evin balkonuna çıkıp uçuyorum diye atladığını ve yere çakıldığını okudum gazetelerde...

***

Bu arada Ortaçağın karanlık Avrupası'nda bu bitkinin yağını sürerek sırt masajı yapan şifacı kadınların, hastaların 'gökyüzüne uçmuş gibiydik' itirafları üstüne Kilise tarafından cadı diye yakılarak öldürüldüğünü de unutmamalı.

***

İbn Sina'nın El Kânun Fi't- Tıbb kitabının Latinceye yüzlerce yıl evvel, İrlandacaya 15. Yüzyılda çevrildiğini bilirsek.
Osmanlı, Selçuklu medreselerinde ders olarak okutulan bu kitabın ancak birkaç yıl önce tamamlanarak Yeni Türkçe 'ye kazandırıldığını düşünürsek!
Hiç ayrıştırmadan genel olarak bilgeliğimizi, özel olarak geleneksel tıbbı bugünün bilimsel tecrübeleriyle harmanlayarak yeniden hatırlamanın zamanı geldi.
'Şifalı bitkiler ve Emraz' kültürü yerli ve muazzam bir ilaç endüstrisinin de kapısını açıyor, açabilir...

***

Meraklısına: Emraz: Marazlar, hastalıklar... Cadılar ve Belladonna meselesi: Marvin Harris-İnekler domuzlar savaşlar ve cadılar-İmge yayınları

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA