Ada dediğin bu dünyanın mecazı. Bende de 'Ada' hikayeleri var. Orada eh yaz kış sektirmeden yedi yıl yaşadım, kolay değil öyle!
Fakat insan bir şeyi bitirmeden, çekip gitmeden, içindeyken onu tam manasıyla yazamıyor, onu anladım. Bir mesafe, bir geri çekilip yeniden bakma hali lâzım insana...
***
Ada'dayken işte yine bir gün fena kıştı. Sokaklar kutup olmuştu, poyraz çift camları balon gibi şişiriyordu...
Odunu kırmış, kaloriferi kontrol etmiş, sobanın çıralarını geceye hazır etmiştim. Karşı kıyıda İstanbul, zemheri zürafası, şık latife bir dekolte giymiş ve tabii üşütmüştü!
Bense bir taraftan Cerrahi Safer Baba'nın kitabını okuyordum: Geydim Hırkayı! Kitabının adı buydu. Diğer taraftan ocakta kısık ateşte kuzu paça kaynıyordu. Hayat işte...
Çıktım ıssız ada yollarına vurdum kendimi.
Berbere gittim, tıraş esnasında Belçika'da neler oluyor bitiyor o anlattı bana. Orada kaçak yaşamış birkaç yıl.
Beşinci sınıf sürünmeler...
Sonra marketin okur yazar manavı, hoş sohbet 'Alicengiz' abi Mesnevi'yi üç kere okuduğunu söyleyince dayanamadım, "Hadi be" dedim. Yemin etti." Ne var bunda be abi" dedi. "Özü Kur'an be abi" diye ekledi.
Bir çay söyledi içtik. Amerika'da yüksek yerlerde yaşayan Kızılderililerin ciğerleri geniş oluyormuş, beyaz adam onları bilerek çöllere iskân etmiş, hepsi ölmüş. Yerlilerin yaş ortalaması 80 imiş, ondan sonra 40'a düşmüş!
Eee dedim, ne âlâka?
"Yüksek dağın kuşuyduk, alçaklara konduk" diye gülümsedi. Eksik, bakımsız dişlerini gösterdi...
Arkasından yağmur başlayınca, sırılsıklam eve geldim.
Baktım paça kaynaya kaynaya yanmış. Verimli bir gündü, vardır bir hikmeti, her şeyin bedeli vardır bu hayatta, diyerekten oturdum sobayı yaktım, ekmek kızarttım...
Sonra günler geçti... Alicengiz, oğlunun kumar borcundan dolayı peşine düşen mafyadan kurtulmak için, herkesten akıllara sığmaz bir faizle para topladı. Ada'nın tefecileri dahil, gariban çöpçüler bile yüksek faize 25-30 bin paralarını yatırdılar. Arkadaş, önce ayda 2, 3 bin faiz verdi, sonra 'vınnn turizm' ortadan kayboldu.
Abimiz ortadan kaybolunca Ada'nın uyanıkları şehirdeki evini filan bastılar ama hikâye.
Ortada para yoktu! Adrese gitmişti çoktan...
Bütün bunlar olurken -ama benim haberim henüz yokken- telefon etmiş, "Abi" demişti, "Mersin'de bir arsam var, satılmasını bekliyorum, bu mafya kılıklılar oğlumu kaçırıp duruyorlar, varsa bana bir şeyler verir misin borç olaraktan?" "Bana izin ver" dedim. Biraz düşündüm.
Kıt kanaat geçiniyordum. Yaş kemale ermişti.
Ama bu güzel adama bir miktar yardımcı olsam ne olurdu yani? Tam bu hallerdeyken, bir daha telefon etti o:
"Abi sen bana şu kadar ver, ben sana arsam satılınca iki katını ödeyeyim! Hiç mühim değil abi..." İşte o an midemde bir sızı, beynimde alarm ışıkları yandı. Müslüman aynı yerden iki kere sokulmaz demişlerdi. Eski zamanlarda böyle bir tuzağa düşmüş, tamah etmiş, üç kuruş paramı kaybetmiştim.
"Kusura bakma" dedim Alicengiz'e, "Uygun değilim bu işe. Ama eğer tefecilere düşmüşsen emniyeti haberdar etmeni tavsiye ederim sana. İstersen gelirim senin yanında." "Yok abi" dedi kapattı telefonu. Akabinde bildiğiniz gibi topladıklarıyla toz oldu, gitti.
***
Onun ardından, Alicengiz 'in bu kadar yalan söylemeye kendini nasıl ikna ettiğini bulmaya çalıştım. Vardığım sonuç şuydu: İnsan düşünce, hep daha çok düşüyordu.
Sonra Mesnevi'yi düşündüm. Bir sayfa olsun okumuş muydu acaba? Okuduysa da neresiyle okumuştu acaba? Onu merak ettim.
Bir de yüksek yüksek tepelere alışmış, geniş ciğerli bir Kızılderili'nin çöle düşmüş hâlini...