Hepimize büyük geçmiş olsun, evet ama manevi depremler sürüyor... 2000'lerde internet sosyalleşmeleri tek tüktü. Bir gün bilgisayar başında çalışırken genç bir hanımefendi yazmaya başladı.
Trakya'da bir kasabada yaşıyordu.
Ailesi biraz baskı yapıyordu. İlk hakkını kullandırmamışlardı fakat yeniden üniversite sınavlarına hazırlanıyor, İstanbul'a gelip edebiyat, felsefe filan okumak istiyordu. Çok bunalmıştı. Melekesi yüksek çocuklardan olduğu belliydi. Dil hazinesi o yaştaki gençlere tur bindirirdi. Duru, renkli bir Türkçeyle yazıyor, her konuda fikrini ileri sürüyor, sorular soruyordu.
Bir süre sonra geceleri yazdıklarını merakla bekler olmuştum.
Bulunduğu çevreden sıkılmıştı. Topluma, özgür bir kafanın eleştirilerini iletiyordu. Bir arayış içindeydi. Merhametliydi. Gerçekten her ailenin sahip olamayacağı ahlâklı bir zekâ. Evlendirmek istiyorlardı. O direniyordu. Bildiğimiz şeyler...
Sonra aniden şüpheli depremlerden, iklim felaketinden, küresel ısınmadan konuşmaya başladı! Bilgileri özde doğruydu ama komplo teorileriyle sarılmıştı. Evhamlıydı. Öfkeliydi. Herkesi suçluyor, kimsenin bunu fark etmediğini söylüyor, yakında kıyamet kopacağını anlatıyordu.
Öyle umutsuz, öyle panik altındaydı ki korktum, endişelendim. Onu onayladım ve bir psikolog ile konuşmaya ikna ettim. Zaten ailesi doktora gideceğini öğrenince sevindi, izin verdi.
Bir süre sonra 'Obsesif Kompulsif' teşhisi konduğunu öğrendim. Takıntılıydı!
Tedavisi ilerledikçe bir gün bana, ta '99' depreminde ona bu teşhisin konduğunu itiraf etti.
Ardından istediği okulu kazandı...
Modern hayatın hercümerci sırasında izini kaybettim. Şimdi ne yapıyor, hayallerinin ne kadarını gerçekleştirdi bilmiyorum...
***
Bunu şunun için anlattım:
BM'de
Türkiye en dobra konuşmasını yapıyor,
İsrail'in sınırları nedir diye soruyor, insafı arıyordu. Ama kime ne? Sinirli, sarı bir kıza dönüktü kameralar. Çevreci, öfkeli bir kız vardı her yerde.
Onun mimiklerinde, kışkırtılmış bir garezle dolu delici bakışlarında, serbest bırakılmış bir hezeyanın karanlığını görünce, içim acıdı.
Sıkıntılı ve elit ailesinin, iklim kitabı yazan annesinin, sırtından milyonlarca sterlin kazanarak büyüyen internet şirketinin altında dağılmış, mutsuz bir çocuk gördüm. Serçeler gibi toprağa düşen milyonlarca Müslüman çocuğun ıstırabının üstünü, nükleer silah devlerinin çevreciliğiyle örtmeye çalışanların yarattığı bir nesildi bu.
Benim yıllar evvel tanıştığım kız, evet sorgulayan, bilinçli bir Müslümandı. Ama o da iklim felaketinden kafayı yiyebilmişti! İnsanların kör ve sağır olduğunu söylüyor, uyuyamıyordu.
Peki haksız mıydı, dibine kadar haklıydı.
Lakin şu vardı: Büyük bir bencillikle içine kapanan Batı, günahlarını perdelemek için paronoid bir çevreciliği ön plana çıkararak dünyayı dijital bir gösteriyle hipnotize ediyordu...
Toprağı ve denizleri o bitirmişti! Hayvanların neslini o kurutmuş, Atom bombasını o fırlatmıştı.
Benzin mazot kullanıyor, bütün zehirleri üretiyor, dünyayı bir karbon uygarlığına zorluyor, zehirli atıklarını
Afrika'ya Asya'ya atıyor, sonra da arsızca bağırıp çağırıyordu.
Böylece bir takım internet şirketleri zengin oluyor, yeni veriler toplanıyor, bir başka gösteriye hazırlanılıyordu. Birileri bir deri bir kemik yıkıntılarda erirken, birileri organik bir sabah kahvaltısından kalkmış yeşil bir ideolojiyle kendine anlam arıyordu...
Finalde, istismar ediliyorduk. O iki kızcağız da
Gösteri Toplumu'nun ağlarına takılmış küçük balıklar gibi çırpınıp duruyordu.
Depremler geçiyor, fakat manevi
deprem sürüyordu...