Ruh hallerimiz mühim. Çoklu kişilik bozukluğu ve bipolar durumlar çağımızın illeti.
Ama kavram tartışmalı. Biz tıp boyutuyla değil, gündelik yansımalarıyla, 'hâl' diliyle konuşalım.
'Bir öyle bir böyle olmak' eserekli denen şey, sağı solu belli olmamak, yani duygu durum kaymaları insani bir durum aslında. Çünkü varlığımızın fıtri mizacı med-cezir! Fakat zannımca bu git gel hali onun hayvani ya da 'gölgedeki' nefsine denk geliyor
***
Hayat denen sert masada, ancak bin bir suratlı olursa oyunda kalabileceğini kabullenen insan, saygınlık arar. Haller takınır. Taklalar atar.
Olmadığı her şeyi olur ve 'elbise başka, içindeki başka' hadisesi vuku bulur. Bunu bilerek isteyerek yapmaz belki ama hâli budur, vaziyeti budur.
Bilinir ki bir mihenk noktası yoksa iyiniyetli 'çaba' tek başına bir şey ifade etmez. Pergelin ucunu nereye batıracağından haberin yoksa, senin 'açın sana hiçbir açılım' sağlamaz.
Duvara çarparız.
Modern varoluşumuzun manevi boyutları konuşulmayınca olur bu. Çünkü insan genel olarak yalnızdır, arızadadır ve daima kendine bir sıratel müstakim, sağlam denge arar.
Büyük laflar yerine küçük alışkanlıklar: İnfaka, paylaşmaya yönelmek gibi, şükretmek gibi.
Ama bencilliği alenileştiren modern tabu, istisnasız herkesi yarış içine sokmuştur. Öyle bir rekabettir ki düşüp geride kalanlar olur! Endişe bizi sarar, gelecek korkusu, itibar ve güven isteği bünyemizi yakar.
Biz de tekâmül etmek yerine, duruma göre şekil değiştiririz.
Takdir ederseniz ki bu kadar 'numara' yapabilmek için vasatı aşan bir IQ'ya ihtiyaç duyulur. Oyuncular zekidir. Farklı kimlikleri kullanmayı normalleştirirler.
Sürekli kişilik ve karakter değiştirenler, zoraki yalancıdırlar. Çünkü yalan söylemek zorunda kalırlar. Değişen ruh durumlarına uygun hâlleri uydurmak mecburiyetindedirler.
Maalesef biz içimizdeki karanlık noktalardan ve o noktaların faş olup rahatımızı bozacağından çekiniriz. Nefs muhasebesine, iç yolculuğa, hesaplaşmaya, hadi özeleştiri diyelim, ona karşı 'endişe' duyar ve kaçarız. Onun için de taklit edilmiş bir neşe göstersek bile, tedirgin ve alınganız...
Yalan, korkunun çocuğudur! Foyamız ortaya dökülecek diye, aynada 'Zombi' yanımızla karşılaşacağız diye ödümüz kopar. Yalana sığınırız.
Alafranga hayat, dini hikmetleri sathileştirip biçimci hallere sıkıştırırken... Bâtında, bağırda olanın üstünü kapatır. Böylece 'bir şekilde' itikatlı ama vesveseyle dağılmış kişilikler olarak ortalarda geziniriz.
Kılıktan kılığa giren yorgun tiyatromuzun esbabı mucibesi budur.
***
Tabii şu söylenmeli:
Eleştirdiğimizin aynasıyız!
Başkalarında gördüğümüz zaafların daima kendimizde yansımaları vardır. Ondandır bir zaafı tespit ederken kendi nefsi emmaremizi, keçi bacaklı nefsi tespit ediyor, ıslahına kapı aralıyoruz.
Çünkü 'İnsanlık' hataları ve sevaplarıyla bir bütündür.
Bundandır insanoğlu, içine düştüğü kumpası sezer ve işe kendini azarlayarak başlar, başlamıştır.
Medeniyetimiz; kişiliğimizin dağılma hallerini, nefsin halleri olarak düşünmüş, 'hayvan insan'dan 'insan insan'a geçmenin ilmini terennüm etmiş. Tamamlanmış İnsan'a geçip sıhhat bulmanın, vahşi hisleri terbiye etmenin yollarını göstermiş, insanlık durumlarını çözmüştür.
Allah hepimize ilk ağızda 'levvame', kendini kınayan bir nefs nasip etsin...